Meteoroloji günler öncesinden uyarıyor, “kara kış kapıda, beyaz felâket yaklaşıyor, kutup soğukları geliyor...”
Okullar tatil ediliyor, Afet Koordinasyon Merkezleri” faaliyete geçiyor. Belediyeler “karla savaşmak” için hazırlıklara başlıyor. Depolarındaki mühimmat stoklarını takviye ediyorlar. “Kar canavarlarını” hangarlardan çıkartıp cepheye sürmeye hazırlanıyorlar. Sanki düşman kuvvetleri vatanımızı işgal etmek için saldırıya geçecek...
Nihayet “Balkanlardan gelen” soğuk hava dalgası Trakya’dan yurda giriş yapıyor. Biraz rüzgâr, biraz yağmur, biraz kar derken, İstanbul’a kadar ulaşıyor. Ama o da ne? Mütecaviz bir düşman gibi beklenen kar, mütevazı bir dost olarak karşımıza çıkıyor. Nur yüzlü, yumuşak kalpli, dost canlısı bir misafir olarak bizi ziyaret ediyor. Hiç de öyle beklendiği gibi hırçın, çılgın, saldırgan, istilâ edici bir hâli görülmüyor. Hatta insanların kararttığı yeryüzünü beyaz bir badana ile temizliyor, parlatıyor, mikropları kırarak havayı dezenfekte ediyor.
Çocukları sırtından kaydırarak onları eğlendiriyor, hoşça vakit geçirmelerini sağlıyor. Yüzünün aklığı, kalbinin yumuşaklığı ile herkesin yüzüne gülümsüyor, yüzleri gülümsetiyor. Karla mücadele yerine, mütareke yapılarak gerekli tedbirler alınsa, gelişi bir felâket olarak değil de bir rahmet olarak bilinse, altında yatan güzel neticeler nazara verilse, bu kadar kaygıya ve telâşa lüzum kalmayacaktır.
Bediüzzaman Hazretleri, kara yapılan isnatların haksızlıkların ne kadar yersiz olduğunu şu ifadelerle dile getiriyor.
O soğuk yüzünün altında ne kadar sıcak bir kalp taşıdığını bildiriyor:
“Karı pek bâridane (soğuk) ve tatsız telâkki ederler. Halbu ki, o bârid ve tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez.” (Sözler, 18. Söz, s. 366)
BEYAZ BEREKET
Bazıları sana kara kış diyor,
Kara değil, beyaz abanla geldin.
Bu kumaşı hangi tezgâh dokuyor,
Pamuktan dokunmuş urbanla geldin.
Ey kar sen ki, sedefteki incisin,
Masum çocukların kış sevincisin,
Tüllü duvaklı bir gelin gibisin,
Başında beyaz bir türbanla geldin.
Dağlara yakışan kıyafetsin sen,
Tecessüm eylemiş bir rahmetsin sen,
Bir felâket değil, bereketsin sen,
İçi suyla dolu kırbanla geldin.
Alçakların gitmese de hoşuna,
Dağlar seni taç eğliyor başına,
Yer yüzünün toprağına taşına,
Bereket taşıyan vagonla geldin.
Vadilere tül yaparsın sisini,
Tamamlarsın tepelerin süsünü,
Örtmek için nebatatın üstünü,
Beyaz satenden bir yorganla geldin.
Seyreyle Rabbinin mu’cizesini,
Kristalden yapmış kar tanesini,
Bir melek taşıyor her tanesini,
Tevhide sayısız bürhanla geldin.