Günümüzde küresel ısınma ve çevre kirliliği insanlık âleminin müşterek ve en büyük problemidir. Bu öyle bir problemdir ki, başta insanlar olmak üzere bütün canlıları, hatta bütün bitkileri tehdid etmektedir. Böyle devam ederse dünyamız yaşanabilir olmaktan çıkacaktır.
Baksanıza, teknolojiden kaynaklanan gazlar ozon tabakasını delmiş, delik her gün biraz daha büyümektedir. Bunun sonucunda güneş ışınları dünyamıza hiçbir engelle karşılaşmadan direkt olarak yansımakta, küresel ısınmaya, kuraklığa ve başta kanser olmak üzere çeşitli cild hastalıklarına sebep olmaktadır. Küresel ısınma dolayısıyla kutuplardaki buzullar büyük kitleler halinde ana gövdeden kopmaya başlamıştır. Bu durum ileride denizlerin kabarmasına ve deniz sahillerindeki alçak yerlerin sular altında kalmasına sebep olacaktır. Küresel ısınma dolayısıyla iklimler değişmeye, dünyanın bir tarafında kuraklık hüküm sürerken öbür yanında yağan şiddetli yağmurlar büyük zararlara sebep olmaktadır.
Haşeratla mücadele için kullanılan tarım ilâçları zararlı böcekleri yok ettiği gibi, haşeratı yiyip yok eden faydalı böcekleri ve hayvanları da yok etmektedir. Tarım ilâçları ile zehirlenen tohumları yiyen, suları içen nice kuş türü ve diğer hayvanların nesli tükenmektedir. Nitekim bütün dünya pandaları yok olmaktan el birliği ile kurtarabilmişti. Uzmanlara göre Yeni Zelanda’da yaşayan bir kuşun nesli 2015 yılında tükenecekmiş. Yazın Türkiye’de kışın Mısır’da yaşayan Kelaynak kuşları ve daha pek çok hayvan ve kuş türleri nesilleri tükenmek üzereyken koruma altına alınmıştır.
Çevre ve insan dostu faydalı böcekler ve hayvanların nesli tükenirse çiftçiler haşeratla ancak zehirli ilâçlarla mücadele etmek zorunda kalacaklardır. Bu da toprağı, suları, sebze ve meyvaları daha fazla zehirlemek demektir. Haberleşmeyi sağlayan ve havada dolaşan elektro manyetik dalgalar ve radyo aktif ışınlar arıların dengesini bozarak yollarını şaşırtmakta, yuvasına dönemeden ölmelerine sebep olmaktadır. Bitkileri aşılayan arılar yok olursa sebze ve ağaçlar ürün vermeyecektir.
Nükleer enerji santrallerinden sızan radyasyon çevredeki insan, hayvan ve bitkilere hulul etmekte, kansere ve anne karnındaki ceninlerin sakat doğmalarına sebep olmaktadır. Hele nükleer enerji santral patlamaları tam bir faciadır. Rusya’da 40 sene önce patlayan Çernobil Santrali’nden çevreye yayılan radyasyon dolayısıyla Türkiye’nin kuzeyinde Karadeniz bölgesinde sakat bebek doğumları ve kanser vak’aları hızla artmıştır.
Denizlerdeki petrol platformlarından sızan ve ham petrol taşıyan tanker kazalarında denize dökülen binlerce ton ham petrol denizleri kirletmekte ve denizdeki canlıları öldürmektedir. Şehirlerin çevresine gelişi güzel dökülen çöpler yer altı sularının zehirlenmesine, bu çöplüklerden ve fabrikalardan çıkan gazlar ve egzoz dumanları da temiz havanın kirlenmesine sebep olmaktadır. Arıtılmadan akar sulara, göllere ve denizlere dökülen kanalizasyon suları, fabrika atıkları ve evsel atıklar ırmakların, göllerin ve denizlerin kirlenmesine, ırmak, göl ve denizlerdeki balıkların ve diğer canlıların zehirlenmesine ve yok olmasına sebep olmaktadır. Nerede kaldı denizlerde taze et! Denizlere boşaltılan fabrika atıklarından zehirlenen balıklar yolu ile insan bünyesine giren zehirler ve cıva artıkları çeşitli ve tehlikeli hastalıklara yol açmaktadır. Sun’î gübrelerle ve hormonlarla gelişen meyva ve sebzeler insan sağlığına son derece zarar veriyor. Oksijen kaynağı ormanların yakılarak veya kesilerek yok edilmesi atmosferdeki oksijen ve karbon dioksit dengesini olumsuz yönde bozmaktadır. Zira atmosferde teraküm eden ve temiz hava ile karışan karbondioksit gazı, kendi kendine temizlenmesi imkânsız boyutlara ulaşmıştır. Bitkilerin ve hayvanların genleriyle oynayarak insan bünyesine son derece zararlı ürünler elde edilmekte ve piyasaya sürülmektedir. Ama bilmiyorlar ki ancak karınlarına ateş, Cehennem ateşi dolduruyorlar!
İnsan oğlu sadece denizlerde, karalarda ve atmosferde bozulmalara sebep olmakla kalmayıp işlevini tamamlayan ve yörüngesinde bırakılan serseri uydularla atmosfer üstü dünyamızdaki esir tabakasına da zarar vermektedir. Çünkü bunlar, uzaya fırlatılan haberleşme uydularına, yörüngelerine giderken ve yörüngelerinde çarpabilirler.
Teknolojinin getirdiği konfordan faydalanan insanlık bu gün, onun doğurduğu zararların pençesinde kıvranmaktadır. Velhasıl insanların elleriyle yaptıkları işler yüzünden dünyanın dengesi bozulmuştur.
Gaybı ancak Allah bilir ve gaipten ancak Allah haber verir. Bu gün yaşamakta olduğumuz küresel ısınmayı, karalarda, denizlerde ve atmosferde meydana gelen bozulmayı Cenâb-ı Hak Rum Sûresinin 41. âyetinde haber vermiştir: “İnsanların elleriyle yaptıkları (kötü) işler yüzünden karalarda ve denizlerde bozulma meydana geldi. Elbette ki yaptıklarının cezasını çekecekler. Umulur ki, dönerler” mealindeki bu âyet-i kerimede Allahü Zülcelâl karalarda ve denizlerde bu gün ortaya çıkan bozulmayı geçmiş zaman fii’liyle haber vermiştir. Fii’li geçmiş zaman kalıbıyla değerlendirirsek bozulmanın âyetin nüzûlünden önce meydana gelmiş olması gerekir. Halbuki, bütün insanlık tarihi şahittir ki babamız Adem’den ağır sanayiin ortaya çıkmasına kadar geçen zaman zarfında karalarda ve denizlerde dünya çapında hiçbir bozulma meydana gelmemiştir. Zaten bu günkü ağır sanayi, teknoloji, biyoloji, tıp ve laboratuvarlar olmadan sırf insan eliyle karalarda, denizlerde ve atmosferde bu günkü gibi dünya çapında bir bozulmanın meydana gelmesi mümkün değildir. Binlerce yıl önce Orta Asya’da kavimler göçüne sebep olan kuraklık gibi bazı olaylar mevzii kalmış olup küresel bir mahiyette değildir ve insan iradesiyle vukua gelmemiştir. Konuyu bu yönüyle ele alınca ortaya çıkar ki, âyet-i kerime geçmişte değil, bu gün yaşamakta olduğumuz küresel ısınmaya ve çevre kirliliğine işaret etmektedir. Zira:
1 - Tefsir usûlünde şöyle bir kaide vardır: Allahü Teâlâ ilm-i ezeli’sinde vukuu muhakkak yani meydana gelmesi kesin olan olayları, sanki olmuş bitmiş gibi geçmiş zaman fii’liyle haber vermiştir. Meselâ: “Kâfirler bölük bölük cehenneme sevk edildi” (Zümer, 71) âyet-i kerimesinde, henüz kıyamet kopmadığı, mahşer kurulmadığı, insanların hesapları görülüp iyiler cennete, kötüler cehenneme sevk edilmediği halde kâfirlerin cehenneme sevki sanki olmuş bitmiş gibi geçmiş zaman fii’liyle haber verilmiştir. Çünkü onlar Allah’ın ilminde kesin kes cehenneme sevk edileceklerdir. Bu âyetteki “sevk edildi” fii’li “sevk edilecek” demektir. Konuya bu açıdan baktığımız zaman anlaşılıyor ki, âyetteki geçmiş zaman fii’li gelecek zamana işaret etmektedir. Allahü azze ve celle’nin ilm-i ezelisinde gelecek zamanda kesinlikle olacak olan bozulma bu gün içinde bulunduğumuz bozulmadır. Şu halde “zahere” fi’line “yazheru” şeklinde ortaya çıkacak mânâsını vermemiz gerekir. Allah (cc) Mekke fethini de fetihten önce, mazi fii’liyle haber vermiştir.
2- Âyetin sonundaki “Leallehum yerciûn” (Umulur ki dönerler), yani geçmişte değil, “içinde bulunduğumuz şu anda başlayan geniş zaman içinde dönerler” kavl-i şerifi, hiçbir şüpheye yer kalmayacak şekilde ortaya koyuyor ki, Allah’ın (cc) haber verdiği bozulma bu gün içinde bulunduğumuz küresel ısınma ve çevre kirliliğidir. Eğer bu bozulma âyetin nüzûlünden önce meydana gelmiş olsaydı Allah (cc) âyetteki “Leallehum yerciûn” kavl-i şerifi yerine “Lev kânû yerciûn” (Eğer dönmüş olsalardı…) buyururdu. Âyetin başındaki “zahere” (ortaya çıktı) fiili geçmiş zaman kalıbında geldiği halde sonundaki “yerciûn” fii’linin geniş zaman kalıbında gelmiş olması bizim bu tezimizin kesin delilidir. Buna göre âyetin tefsiri şöyledir: Gelecekte insanların kendi elleriyle işledikleri hatalar yüzünden karalarda ve denizlerde bozulma meydana gelecek. Elbette yaptıklarının cezasını çekecekler. Umulur ki bozulan tabiî dengeyi, ıslâha dönerler. İşte bu gün bütün insanlık âlemi bu kötü gidişin doğuracağı korkunç sonuçları şimdiden görmüş olup Allah’ın (cc) tavsiye ettiği dönüşe başlamışlardır.
İnsanlar, teknolojiden faydalanmak ve rahat yaşamak için Allah’ın koyduğu, ama kendilerinin bozdukları tabiî dengeyi yeniden tabiî mecrasına döndürmek, Allah’ın tertemiz yarattığı, ama kendilerinin kirlettikleri ve zehirledikleri çevreyi temizlemek için uğraşıyorlar. Bu konuda dünya çapında yapılan kongrelerde bilginler bu dönüşün nasıl olacağına dair görüşler ileri sürüp tartışıyor, bu buhrandan bir çıkış yolu arıyor ve bir takım tedbirler alıyorlar.
Bu tedbirlerin başında atmosfere bırakılan ve gökyüzündeki ozon tabakasını delerek küresel ısınmaya sebep olan flore flore karbon gazının kullanılmaması veya kullanımının asgarî sınıra indirilmesi gelmektedir. Ama maalesef bu gün dünya jandarmalığına soyunan, ama insanlığa ve bilhassa İslâm âlemine kan, göz yaşı ve perişanlıktan başka bir şey kazandırmayan Amerika ile, devamlı büyüyen, insanlığın ve hatta Amerika’nın korkulu rüyası Çin bu gazın kullanımını yasaklayan veya asgarî sınıra indirilmesini öngören anlaşmaya imza atmamışlardır.
Çevre kirliliğini önlemek için sanayi artığı atıkların, evsel atıkların ve kanalizasyon sularının arıtıldıktan sonra denizlere boşaltılması ve arıtma artığı katı maddelerin de yakılarak imha edilmesi veya toprağın derinliklerine gömülmesi, haşeratla mücadelenin tarım ilâçlarıyla değil, haşeratı yiyerek yok eden faydalı haşerat ve hayvanlarla yapılması, genlerle oynayarak hayvan ve bitkilerin fıtrî yapısını bozmaktan vazgeçilmesi, tarımda sun’î gübre ve hormon yerine tabiî hayvan gübresi kullanılması, orman tahribatına son verilmesi ve boş kalmış arazilerin yeniden ağaçlandırılması, sanayide, ulaşım araçlarında ve iş makinelerinde çevreyi kirletmeyen enerjilerin kullanılması, konut inşaatında yalıtıma önem verilmesi gibi tedbirler gelmektedir. Ama, nesli tükenen faydalı haşeratı ve hayvanları nasıl geriye getireceğiz?
Dünya Allah’ın (cc) yarattığı bütün canlılarla ve bitkilerle bir bütün halinde dengede durmaktadır. Bu zincirin bir halkası yok olursa, bir vidası düşen makinanın tamamıyla çalışamaz olması gibi dünyanın da bütün dengesi bozulur. İşte bu gün durum böyledir. Meselâ, yılanları yok edersek dünyayı fareler istilâ eder.
İbret alın (ve acele edin) ey insanlar! (Haşr 2)
AÇIKLAMA
2010 yılı Şubat ayında umreye gitmiştik. Mekke’de Harem-i Şerif revakları altında Kâbe’ye müteveccihen hatim okuyordum. Rum Sûresinin 41. âyetine gelince zihnim birden âyet-i kerimeye takıldı ve tilâveti bırakıp âyet üzerinde düşünmeye başladım. O güne kadar bu âyet üzerinde hiç düşünmemiştim. Düşündüm ki, karalarda ve denizlerde Kur’ân’ın nüzûlünden önceki zamanlarda o günün şartlarında sırf insan eliyle dünya çapında bir bozulmanın meydana gelmesi imkânsızdır. 18. asırda ağır sanayi ortaya çıkıncaya kadar insanlar elleriyle ne yaparlarsa yapsınlar bu günkü bozulma meydana gelmezdi. Sonradan eski tefsir kitaplarını inceledim. Hemen hepsi de karada ve denizlerdeki bozulmanın, insanların işlediği günahlar yüzünden meydana gelen zelzele, su baskını, yangın gibi tabiî afetler olduğunu söylemişler. Halbuki bunlar Allah’ın sonsuz kudretiyle meydana gelen olaylardır, insanların bizzat kendi elleriyle yaptığı işler değil. Ama bu günkü küresel ısınma ve çevre kirliliği insanların, muazzam geliştirilen teknolojiyi kullanarak bizzat elleriyle yaptıkları yanlış işler yüzünden meydana gelmiştir. Karalarda, denizlerde ve fezadaki bozulma teknoloji sayesinde mümkün olmuştur. Velhasılı Kur’ân’ın haber verdiği bozulma, geçmiş zamanda değil, asrımızda meydana gelen bozulmadır. A. Hayrettin TINMAZ