Enstitü |
Tesettür fıtrîdir |
İslâm’ın bütün emirleri gibi tesettür emri de kadının lehine ve yararınadır. Zirâ tesettür, fıtrat kanununa uygundur. Eğer tesettür kadınlar için bir haksızlık olarak anlaşılsaydı, Müslüman kadınlar zamanla bu emre karşı gelirlerdi. Oysa tesettür emrinin nâzil olmasından sonra Müslüman kadınlar bu emre hemen uymuşlar ve emri duydukları yerde bellerindeki kuşaklarını çıkararak başlarını ve boyunlarını örtmüşler, evlerine yeni kıyafetleriyle dönmüşlerdir. Bu itibarla Kur’ân’ın kesin emriyle sabit olan tesettür, kadının vakarını ve manevî haysiyetini koruma altına almış, onun kadınlık ve annelik vasıflarını güçlendirmiş ve kadını çeşitli fitne yuvalarından uzaklaştırmıştır. Tesettürün Müslüman kadınları eğitimden, sosyal ve kültürel hayattan uzaklaştırdığı yolundaki iddiâların gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Binlerce hadisi hafızasında tutan Hz. Peygamber’in (asm) zevcesi Hz. Âişe fevkalâde entelektüel ve zekî bir kadındı. Aynı zamanda tesettür emrine uyma konusunda son derece hassastı. Üstelik her zaman kendisine sorulan sorulara cevap vermiş ve uygun görmediği konuları rahatlıkla tenkit edebilen bir eleştirmendi.
Bediüzzaman’a göre tesettürün fıtrî olmasının hikmetleri Allah Kur’ân’da şöyle buyuruyor: “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle. (Bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında) örtülerini üzerlerine alsınlar; onların tanınıp incitilmemeleri için en doğru olan budur.” Bu âyet tesettürü emrediyor. Batı medeniyeti ise Kur’ân’ın bu hükmünü kadınlar açısından bir esaret kabul ediyor. Kur’ân’ın tesettür hükmünün fıtrî olduğu ve tesettürsüzlüğün fıtrata aykırı olduğu hususunu şu şekilde izah etmek mümkündür: 1) Bediüzzaman’a göre tesettür fıtrîdir. Çünkü kadınlar yaratılış itibariyle zayıf ve nazik oldukları için kendilerini ve hayatlarından çok sevdikleri yavrularını himaye edecek bir erkeğin yardımına muhtaçtırlar. Bu yüzden kadın kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek için fıtrî bir meyil taşımaktadır. Diğer taraftan kadınların önemli bir kısmı ya ihtiyarlıktan ya da güzel olmadıklarından, kendilerini başkalarına göstermek istemezler. Üstelik kadınların büyük bir kısmı da kıskanç olur ki, kendisinden daha güzel olanlara nispeten çirkin düşmemek, saldırıya maruz kalmamak ve kocasının nazarında hıyanetle itham edilmemek için fıtraten tesettür isterler. Nitekim kendilerini en çok saklayanların yaşlı kadınlar olduğu dikkate alınırsa, konu daha da iyi anlaşılacaktır. Kaldı ki, hem güzel, hem genç, hem de kendisini yabancılara göstermekten çekinmeyen kadınların oranı yüzde yirmi ya da otuz olabilir.1 2) Bediüzzaman’ın tesbitlerine göre, kadın göz hapsine alınmaktan hoşlanmaz. Çünkü kadın sevmediği adamların bakışlarından sıkılır. Denilebilir ki, açık giyinen güzel bir kadın kendisine bakan namahrem erkeklerin yüzde sekseninden sıkılır. Hatta denilebilir ki, fıtratı fuhuşla bozulmamış güzel bir kadın nazik olduğu için kötü bakışlardan sıkılır. Nitekim Avrupa’da bile birçok kadın kötü niyetli erkeklerin dikkatli bakışlarından sıkılarak “Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar” diyerek polise şikâyette bulunuyorlar. Demek ki, Batı medeniyetinin tesettürü kaldırması fıtrata aykırıdır. Kur’ân’ın tesettür emri ise fıtrî olduğu gibi birer şefkat madeni olan kadınları alçaklıktan, zillete düşmekten, manevi esaret ve felaketten kurtarıyor.2 3) Bediüzzaman’a göre, kadınlardaki çekingenlik tesettürü gerektirir. Çünkü kadınlarda, yabancı erkeklere karşı fıtraten bir çekingenlik vardır. Çekingenlik ise tesettürü gerektirir. Şöyle ki: Kadın açısından sekiz-dokuz dakika sürecek gayri meşrû bir zevkin, dokuz ay sürecek ağır bir hamilelik döneminden başka, en az dokuz yıl sürecek babasız bir çocuğu terbiye etme gibi korkunç bir belâya sebep olma ihtimali de vardır. Bu tür olaylar toplumda sık sık meydana geldiğinden kadının bozulmamış fıtratı erkeklerin tacizlerinden korkar. Çünkü kadın yaratılışı itibariyle erkeklerin şehvetini tahrik etmek ve böylece onların tacizlerine maruz kalmak istemiyor. Kadın tesettür emrine riâyet etmekle, tacizci ve saldırgan erkeklere karşı en büyük siperinin tesettürü olduğunu ifade etmeye çalışıyor. Bediüzzaman der ki: “Mesmûâtıma (işittiğime) göre, merkez ve payitaht-ı hükümette (başşehre), çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!”3 4) Bediüzzaman’a göre; eşler arasındaki ebedî arkadaşlık, tesettürü gerektiriyor. Çünkü kadın ve erkek arasındaki güçlü münasebet, alâka ve sevgi sadece dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Yani bir kadın, kocasının, sadece dünya hayatına ait bir arkadaşı değildir. Aksine kadın, ahiret hayatında da kocasının ebedî bir arkadaşıdır. Elbette ki bir kadın, ebedî hayat arkadaşı olan kocasının nazarından başka, yabancıların bakışlarını kendi güzelliklerine çekmemek, böylece kocasını küstürmemek ve kıskandırmamak için elinden gelen her türlü gayreti göstermelidir. Madem ki bir koca iman noktasında ahiret hayatında da karısıyla alâkadardır; ayrıca erkek karısının, sadece gençliğinde ve güzellik zamanında değil, ihtiyarlığında ve güzelliğini kaybettiği zamanlarda bile karısına karşı ciddî bir alâka besliyor; o halde kadının da kendi güzelliklerini sadece kocasına göstermesi insaniyetin gereği olmalıdır. Aksi takdirde kadın kazandığından daha çok kaybedecektir. İslâmiyet karı-kocanın birbirine münasip olmalarını (denkliği) esas almıştır. Denkliğin en önemlisi de diyanet noktasında olmalıdır. Ne mutlu o kocaya ki, eşinin diyanetine bakıp onu taklit etmek ister; ebedî hayatta onu kaybetmemek için kendisi de dindar olmaya çalışır. Ve yine ne mutlu o kadına ki, kocasının diyanetine bakıp “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takvaya girer.4 5) Bediüzzaman’a göre, tesettürsüzlük ailedeki mutluluğu da baltalıyor. Çünkü bir ailenin hayatî mutluluğu, karı-koca arasında olması lâzım gelen karşılıklı güven, samimî hürmet ve muhabbetle devam eder. Kuşkusuz tesettürsüzlük ve açık-saçık olmak eşler arasındaki karşılıklı hürmet ve muhabbeti kırıyor. Zira tesettürsüz kadınların yüzde doksanı kocalarından daha genç ve yakışıklı birisini bulabilir. Erkeklerin de yüzde doksan beşi hanımından daha güzel birisini bulabilirler. Aile içerisinde bu tür hislerin uyanması eşler arasındaki güven ve samimiyete büyük bir darbe vuruyor.5 6) Bediüzzaman’a göre; tesettürsüzlük, mahrem denilen yakın akrabalar içinde çirkin ve alçakça hislerin uyanmasına vesile olabilir. Şöyle ki: insan kız kardeş gibi mahremlerine karşı fıtraten şehevî hisler taşımıyor. Çünkü mahremlerin simaları akrabalık ve mahremiyet yönüyle, nefsânî meyilleri ve şehevî hisleri kırıyor. Fakat bacak gibi, şer’an mahremlere de gösterilmesi yasak olan yerleri açık bırakmak, süflî nefislerde son derece çirkin bir hissin uyanmasına vesile olabilir. Çünkü mahremin yüzü mahremiyetten haber verdiği halde bacakları mahremiyetten haber vermiyor. O kısımlar nâmahremle aynıdır. Dolayısıyla, mahremin yüzü dışındaki bölgeler, mahremiyetten haber verecek bir alâmet-i farika taşımadığından bir kısım süflî (alçak) mahremlerde bazı hayvanî bakışların uyanması mümkündür. Böyle bir bakış ise tüyler ürpertici bir alçaklıktır.6 7) Bediüzzaman’a göre, tesettürsüzlük neslin azalmasına da sebep olmaktadır. Bilindiği gibi neslin çok olması her millet tarafından arzu edilen bir husustur. Hz. Peygamber (asm) “Evleniniz ve çoğalınız. Şüphesiz ki ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim” 7 buyuruyor. Oysa tesettürün kaldırılması, evliliği, dolayısıyla neslin normal bir şekilde devam etmesini engelliyor. Çünkü en serseri ve en modern bir genç bile eşinin namuslu olmasını ister. Hatta kendi gibi modern ve açık-saçık bir hanımla evlenmek istemediğinden uzun zaman bekâr kalabiliyor.8 Geç evlenmek, başka bir deyimle, uzun zaman bekâr kalmak ise neslin azalmasına sebep olmakla kalmaz, aynı zamanda erkeği zina yapmaya bile sevk edebilir. 8) Bediüzzaman’a göre tesettürsüzlük eşler arasındaki sadakati de bozar. Zira kadın ailede dâhilî müdür olması haysiyetiyle kocasının malı, evlâdı ve her şeyi için bir muhafaza memuru sayıldığından, en önemli özelliği sadakat ve emniyettir. Kocanın ailedeki en önemli görevi ise, karısını himaye etmek, ona hürmet ve merhamet göstermektir. Açık-saçık olmak ve tesettüre aykırı davranmak eşler arasındaki sadakati kırar.9 9) Bediüzzaman’a göre ülkemiz Avrupa ile kıyaslanamaz. Çünkü Avrupa’da “düello” denilen çok şiddetli geleneklerle açık saçıklık içinde namus bir derece muhafaza edilebilir. Söz gelimi, izzet-i nefis sahibi bir kimsenin karısına göz diken bir şahıs, kefenini boynuna takıp öyle bakar.10 Bizde ise, din dairesinin dışına çıkan insanlarda aileyi muhafaza etmek zorlaşır. Çünkü İslâm ülkelerinde ailenin iffetini koruyan gelenekler değil, dinî motiflerdir. 10) Bediüzzaman’a göre tesettür üzerinde etkili olan hususlardan birisi de iklim farkıdır. Çünkü Avrupa gibi soğuk memleketlerdeki insanların tabiatları o memleketler gibi soğuktur. Asya ve İslâm dünyası ise Avrupa’ya göre sıcak memleketlerdir. Kuşkusuz çevre ve iklimin insan ahlâkı üzerinde de etkisi vardır. Dolayısıyla soğuk ülkelerdeki soğuk tabiatlı insanların hayvanî duygularını tahrik etmek için kadınların açık olmaları aşırı bir şekilde sû-i istimallere sebep olmayabilir. Fakat sıcak bölgelerdeki insanların hayvanî duygularını heyecana getirecek açıklık birçok sû-i istimale, israfa ve neslin azalmasına sebep olabilir. 11) Bediüzzaman’a göre, köylüler ve bedeviler iş ortamı sebebiyle tesettürü kısmen kaldırsalar da, şehirli olan insanlar onlara bakarak tesettürü kaldıramazlar. Çünkü köylerde ve bedevilerde derd-i maişet meşgalesiyle işçi kadınların bir derece açık olmaları kötü duyguların uyanmasına yol açmadığı gibi serseri ve işsiz insanların azlığı sebebiyle şehirlerdeki kötülüklerin onda biri bile köylerde olmaz. O halde şehir köye kıyas edilemez. Tesettürün koruyucu özelliğinin yanında ailevî ve sosyal faydaları da oldukça fazladır. Denilebilir ki, kadının fıtrî kabiliyetleri, ancak tesettürle ortaya çıkabilir. Zira kadının en önemli özelliği olan şefkat ve fedakârlık, tesettürsüzlük ile ağır darbeler almaktadır.
Dipnotlar: 1- Said Nursî, Lem’alar, 24. Lem’a, Yeni Asya Neşriyat, İst., 2007. s. 454. 2- A.g.e., s. 454. 3- A.g.e.., s. 455. 4- A.g.e., s. 456. 5- A.g.e., s. 457. 6- A.g.e., a.y. 7- Aclunî, Keşfü’l-Hafa, I, 318. 8- Said Nursî, Lem’alar, 24. Lem’a, s. 458. 9- A.g.e., s. 459. 10- A.g.e., a.y. |
15.10.2010 |