İLim öğrenip başkasına öğretmek |
BİR HADİS,BİR YORUM
“En üstün sadaka, bir Müslüman’ın ilim öğrenip sonra da onu başkasına öğretmesidir.” (İbn-i Mace, Mukaddime: 20. Camiüssağir, I. s. 352.)
Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberimiz (asm) Müslümanları hep ilim öğrenmeye teşvik ediyor. Peygamberimiz’in (asm), “İlim öğrenmek her Müslüman kadın ve erkeğin üzerine farzdır” buyurması da ilim öğrenmenin önemini gösteriyor. Hadis-i şerif, en yüksek sadaka olarak nitelendirdiği ilim ile ilgili olarak bir sınırlama getirmemiştir. Buradan anlaşılmaktadır ki, insanların dünya ve ahiretlerine faydalı her ilmi öğrenmek ve başkalarına öğretmek sadaka yerine geçer. Fakat ilimleri bir öncelik sırasına koyacak olursak, en gerekli ilim, marifetullah ilmidir. Yani Allah’a inanmak ve O'nu tanımaktır. O'nu sevmektir. Allah’ı tanımayan ve bilmeyen bir kimsenin imanı kâmil olmaz. Allah’ın isimlerini ve sıfatlarını, kâinattaki ve insandaki tecellilerini bilmek, bunlar üzerinde derinlemesine düşünmek ve kesin olarak inanmakla, iman kuvvetli olur, taklitten kurtulur. Daha sonra ise diğer iman esaslarını öğrenmek gelir. Bunun arkasından da insana farz, vacip ve haram olan, yasak olan ameller gelir. Her Müslüman kişinin bunları öğrenmesi gerekir. En önemlisi de anne ve babalarının bu ilimleri çocuklarına küçük yaştan itibaren öğretmeleridir. İnsan neyin farz, neyin haram olduğunu bilmezse, bunları yapmaya içinden bir arzu ve istek duymaz, iradesini o yönde kullanmaz. İnsanlara faydalı olan ilimleri öğrenmeye de İslâm teşvik etmektedir. Burada önemli olan, bilimin insanın kendisinde kalmamasıdır. Öğrenilen bilgilerin insanın kendisinde kalmaması, başkasına öğretmesi de önemlidir. Hadis-i şerif, hem bu bilgileri öğrenmenin, hem de öğretmenin bir sadaka olduğunu söylüyor. O halde, hem öğrenmeli, hem de öğretmek için çaba sarf etmeliyiz. Bizden bu konuda bir şeyler sorulduğu zaman, nazlanmamalı, yardımcı olmalıyız. Geçenlerde yanıma bir üniversite öğrencisi geldi. Bazı arkadaşlarının Allah’a inanmadığını, ama kendisinin de onlara Allah’ın varlığını ve birliğini gerektiği gibi ispat edemediğini söyledi. Bu konuda benimle konuşmak istediğini ifade etti. Kendisine, kapımın bildiğimiz konuları paylaşmak için her zaman açık olduğunu söyledim. Müsait olduğu zamanlarda geleceğine söz verdi. Ben bu fiilimle, cebimden çıkarıp birisine para vermiyorum. Ama Allah’ın bana lutfettiği bir bilgiyi onunla paylaşıyorum. Bu da bana sadaka sevabı kazandırıyor. Yine bir başka gün, İslâmiyetle ilgili şüpheleri olduğunu söyleyen bir kimse elinde bir tomar kitapla evime geldi. Kendisiyle tam üç-dört saat İslâmiyet hakkında sohbet ettik. Allah bu tür bilgi paylaşımlarını sadaka olarak kabul etsin İnşâallah. Sadaka belâyı defeder. Başkalarına iman ve İslâm konusunda bildiklerimizi hiçbir karşılık beklemeden öğretmek, hem o kişinin kurtulmasına vesile olabilir, hem de bizim başımıza gelecek felâket ve musîbetlerin Allah tarafından önlenmesine sebep olur. Hadiste ilim öğretmek gibi öğrenmenin de sadaka olarak ifade edilmesi, inanç ve ibadetlerle ilgili bilgilerin insanı olumlu yönde etkileyerek onun dünyevî ve uhrevî musîbet ve belâlardan kurtarılmasına işaret ediyor. Belâyı def eden sadaka, insanın gücü yettiği şekilde hem kendisine, hem de başkalarına yardımcı olmasıdır. Bu yüzden dinimizin inanç, ibadet ve ahlâkla ilgili hükümlerini öğrenmek ve öğretmek için gayret gösterelim. Gösterelim ki, Allah da bizi belâ ve musîbetlerden uzak tutsun.
Savaşacak olanlarla savaşmak
BİR ÂYET, BİR YORUM
“Size karşı savaş açacak olanlarla siz de savaşın. Sakın aşırı gitmeyin. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.'' (Bakara: 2/190)
Bu âyet Hudeybiye sulhu ile ilgili nâzil olmuştur. Peygamberimiz (asm) ve ashabı Kâbe’yi tavaf etmekten engellenince Peygamberimiz (asm) müşriklerle anlaşma yaptı. Buna göre bir yıl sonra Peygamberimiz (asm) Kâbe’ye gelecek ve müşrikler de Mekke’yi kendileri için üç gün boşaltatacaklar, bu esnada Kâbe’yi tavaf edeceklerdi. Bir sene geçince Resûlullah (asm) ve ashabı Umre için Mekke’ye gitmeye hazırlandılar. Ancak onlar Kureyşlilerin kendilerine izin vermemesinden, sözlerinde durmamasından, kendilerini engellemelerinden ve kendileriyle savaşmalarından korkuyorlardı. Ashab özellikle haram aylarda savaşmayı hoş görmüyordu. İşte bunun üzerine mü’minlere bir cesaret vermek maksadıyla bu âyet nazil oldu. (El Vahidi, Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed, Esbabü’n-Nüzûli’l-Kur’ân, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, tarihsiz, s. 57-58) İslâm dini bir savaş dini değildir. Bu ve benzeri âyetler, savaşı başlatanın karşı taraf olduğunu bize bildiriyor. Yukarıdaki âyet, müşriklerin savaş başlattıları takdirde, haram aylar içinde de olsa, mü’minlerin de onlarla savaşmasını teşvik ediyor. Bu zaten Müslümanların en meşrû hakkıdır. Sizi öldürmek isteyenlerle, sizi yurdunuzdan çıkarmak isteyenlerle, elbette savaşmak herkesin hakkıdır. Bu Allah yolunda cihaddır. Nitekim Tevbe Sûresi 36. âyet-i kerimede, “Müşrikler nasıl sizinle topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn savaşın. Bilin ki Allah din düşmanlarına karşı korkaklık göstermekten sakınanlarla beraberdir” buyruluyor. “Mü’minlere zulme uğramaları sebebiyle savaşı izin verildi.” (Hac: 22/36) âyeti de bu anlamı destekliyor. Âyette zikredilen bir diğer husus da, saldırı vâki olduğunda meydana gelecek savaşta “haddi aşmamak”tır. İslâm dininin amacı insanlığı yok etmek değil, öldürmek değil, insanlığı inançsızlığın karanlıklarından imanın aydınlığına çıkarmaktır. Onları iki dünyada da mutlu etmektir. Bu yüzden mecbur kalınan bir savaşta bile “haddi aşmak” yasaklanıyor. Yani “Nasıl olsa bir savaş var, her şey mübahtır” mantığı İslâm’da yoktur. Eli silâh tutmayan kadınları, çocukları, yaşlıları, din adamlarını öldürmek yasaktır. Hatta ağaçları yakıp, hayvanları öldürmeye bile müsaade yoktur. Bu konuda Peygamberimiz’in (asm) bir çok hadis-i şerifini görüyoruz. Âyette üçüncü olarak da Allah haddi aşanları sevmediğini beyan ediyor. Allah her konuda haddi aşan, orta yolun dışına çıkan insanları sevmediği gibi, mecbur kalınan savaşta da eli silâh tutmayan insanlara zulmedilmesini, ağaçlara, hayvanlara zarar verilmesini “sevgisini” ön plana çıkararak önlemek istiyor. Allah’ın kendisini sevmesini isteyen, bunun bilincinde olan bir kimse, elbette ki bu tür taşkınlıklara tenezzül etmez.
YRD. DOÇ. DR. ATİLLA YARGICI |
03.09.2010 |