Dizi Yazı |
|
365 günlük kapama dönemi başlıyordu |
Anayasa üzerine yapmış olduğumuz çalışmalardan bahsederken, Köprü dergisinin ilâvesi olarak neşrettiğimiz çalışmadan bahsetmeden geçemeyeceğiz. Daha önce de belirttiğimiz gibi ilk önce bu çalışmayı bir broşür halinde gazeteyle birlikte vermeyi düşünmüş, ancak bilâhare, kardeş kuruluş Köprü dergisinin ilâvesi olarak neşretmeyi uygun görmüş ve dergideki arkadaşlarla birlikte bir metin hazırlamıştık. Ekim 1982 sayısıyla birlikte verdiğimiz bu ilâvenin muhtevası bugünün gözüyle incelendiğinde daha değişik mânâlar ifade etmektedir. O gün birer birer sıraladığımız endişelerimizde ne kadar haklı olduğumuz bugün açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır. 1982’nin Ekim başlarında üzerine parmak bastığımız hususlar, bugün birer “sancı” olarak gündeme gelmiştir ve Anayasada değiştirilmesi düşünülen ve üzerinde tartışılan maddeler, hep o devrede işaret ettiğimiz hususlardır. İşin enteresan tarafı; biz işçi haklarını müdafaa ettiğimiz ve işçilerin demokratik vasatta hak arama yollarının tıkanmaması için çalıştığımız bir dönemde, bir işçi teşekkülü olan Türk-İş’in çok daha değişik düşünce içinde olması ve “Anayasaya evet” kampanyasına can u gönülden iştirak etmesiydi. Ne gariptir ki, o gün Anayasaya evet denilmesi için “hamasi” nutuklar söyleyen yöneticiler bugün, bizim beş sene önce temas ettiğimiz hususları dile getiriyor ve işçinin hak arama yollarının tıkanmasından şikâyet ediyor.
ANAYASA İLÂVESİ Dergi ilâvesi olarak neşrettiğimiz broşürde, mevzuları ana başlıklar altında ele alıp incelemiştik. “Devlet idaresi”, “Millî hakimiyet ve tasarı”, “Temel hak ve hürriyetler”, “Anarşi ve temel haklar”, “Din ve vicdan hürriyeti”, “Geçici maddeler”, “Gençlik ve eğitim”, “İşçi hakları” gibi... Anayasaya imâen dahi olsa “hayır” demenin yasaklandığı bir vasatta açıkça ortaya koyduğumuz görüşlerimizden özetler halinde de olsa paragraflar vermede fayda mülâhaza ediyoruz. Giriş bölümünde şöyle demiştik: “Yirmi yıla yaklaşan tecrübeler, 1961 Anayasasının, bazı yönleriyle, Türkiye’nin problemlerini halletmekten âciz kaldığını göstermiştir. 1961 Anayasasının en büyük kusuru, hiç şüphesiz, millete âit olması gereken hâkimiyeti millete karşı hesap vermek mükellefiyetini taşımayan bazı müesseseler arasında taksim etmiş olmasıydı. Bu yüzden, yasama ve yürütme kuvveti memleket mukadderatına hâkim olmakta ciddi güçlüklerle karşılaşıyordu. “Tekrar demokrasiye dönmek üzere hazırlanacak yeni bir anayasanın başlıca hedefi, devletin işleyişini tam manâsıyla demokratik bir hüviyete kavuşturmak olmalıdır. Bu da millet hâkimiyetini, devlet idaresinin her kademesinde hissedilir hale getirmekle mümkün olur. Bunun şartı da, millete karşı mes’uliyet taşımayan hiçbir şahıs ve müesseseyi devlet idaresinde müessir kılmamaktır.
MİLLET İRADESİNİN ORTAKLARI “Danışma Meclisi tarafından hazırlanan yeni anayasa tasarısı, maalesef, bu hususta hayli şaşırtıcı bir netice ortaya çıkarmıştır. 1961 Anayasasının millet iradesine getirdiği ortaklar yeni tasarıda aynen muhafaza edildiği gibi, bunlara yenileri de ilâve edilmiştir. Bundan başka, bütün fiillerinden dolayı sorumsuz olan ve millet tarafından doğrudan seçilmeyen Cumhurbaşkanına fevkalâde yetkiler tanınmak suretiyle, millet iradesi, devlet idaresinde büyük ölçüde devre dışı bırakılmıştır. Geçici maddeler ise, Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu fevkalâde durumun en az yedi yıl daha devamını esas almakladır. “Temel hak ve hürriyetlerle ilgili olarak getirilen sınırlamaları anarşi tehlikesi ile izah etmek fevkalâde güçtür. Zira bu sınırlamaları getiren maddelerin bir kısmından ‘millî güvenlik veya kamu düzeni’ gibi, eski anayasada mevcut olan gerekçeler kaldırılmıştır. Ayrıca, temel hak ve hürriyetlerin hepsinde birden sınırlama, tamamen durdurma ve hatta kaybettirme esas alınmaktadır. Bu ise, bazı hak ve hürriyetleri suistimal eden bir azınlığın suçundan bütün bir milletin sorumlu tutulduğu mânâsını hatıra getirmektedir. İşçi haklarında durum bundan farklı değildir. İşçi haklarını ideolojik emellerine âlet eden birtakım mihrakların faturası bütün bir işçi kitlesine çıkarılmış ve iyi niyet sahibi işçi sendikaları dahi hak arayamaz duruma düşürülmüştür. “Anayasa tasarısı, gerek devlet idaresine vermek istediği şekil, gerekse temel hak ve hürriyetlerde getirdiği aşırı tahditler sebebiyle, açıklandığı andan itibaren cemiyetin her kesiminden şiddetli tepkilere muhatap oldu. Bu tepkiler. Danışma Meclisi’nde de bir ölçüde dile getirildi. Ne var ki, oylamalarda bu tepkilerin hemen hemen hiç tesiri olmadı. Danışma Meclisi üyeleri, sebebi anlaşılmaz bir tutumla, anayasa tasarısını komisyondan geldiği şekliyle kabul edip Millî Güvenlik Konseyi’ne intikal ettirdiler. Yapılan cüz’î değişiklikler, nokta-virgül gibi teferruatın ötesine nadiren geçebildi”
PARLAMENTO VE HÜKÜMETE SINIRLAMA “Devlet İdaresi” başlığı altında, hazırlanan tasarının, parlamento ve hükümeti, 1961 Anayasasının getirdiği müesseselerin sınırlamasından daha fazla sınırlamak istediğini belirtmiş ve bu durumun büyük sıkıntılara yol açacağını söylemiştik. Tasarı; Danıştay ve Anayasa mahkemesine ilâveten, Devlet Denetleme Kurulu, Cumhurbaşkanlığı Konseyi gibi yeni müesseselere yer vermekte, ayrıca Cumhurbaşkanının selâhiyetini alabildiğine genişletirken, Cumhurbaşkanını bütün fiillerinden dolayı sorumsuz tutmaktaydı. Anayasa tasarısının devlet idaresine getirdiği bu yeni şekil üzerine Danışma Meclisi üyelerinden bazılarının görüşlerine de yer vermiştik. Şöyle demişlerdi: Zekai Ökte: “Bu tasarıda siyasî iktidar Cumhurbaşkanında toplanmıştır. Siyasî iktidarın tek sahibi Cumhurbaşkanıdır. Bu durumda Cumhurbaşkanını millet iradesinden çıkarmak zorundayız. Diyelim ki, Cumhurbaşkanı dışarıdan seçildi. O Cumhurbaşkanı da Başbakanı dışarıdan seçti. Bakanlar da dışarıdan tayin edildi. O zaman ne olacak? Millî irade nereye gitti?” İsmail Arar: “Öyle bir siyasal sistem getiriliyor ki, başbakanlar, örülen duvarın avlusu içinde değil çalışmaya, nefes almaya dahi mecal bulamayacaklardır. Bu şartlar altında Urfa’nın Viranşehir kazasının bir bucağında bucak müdürü olmak varken, Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı olmak isteyecek yürekli kişiyi şimdiden bulmak ve ellerinden öpmek gerekir.” Evliya Parlak: “Başbakan ve bakanlar, bu yetkileri ile Cumhurbaşkanının emrinde memur durumuna düşürülüyor. Hanedanlığa mı geçiyoruz, padişahlığı mı getiriyoruz, ne oluyor, anlamıyorum.” Mehmet Akdemir: “Cumhurbaşkanlığı imparatorluk müessesesi haline gelebilecektir. Cumhurbaşkanına bu kadar yetkilerin verilmiş olması millet egemenliğine ters düşer.”
TEMEL HAK VE HÜRRİYETLER Anayasa tasarısındaki temel hak ve hürriyetlere getirilen sınırlamalara dikkat çekmiş ve müşahhas misaller vererek, bu hükümler kabul edildiği takdirde normal düzende bile vatandaşların en tabiî hak ve hürriyetlerini kullanmakta ciddî güçlüklerle karşılaşabileceklerini söylemiştik. Bu bölümü ele alırken, Danışma Meclisinin insan hak ve hürriyetlerine bakışının garipliğine de şu şekilde işaret etmiştik: “Danışma Meclisindeki müzakerelerde, salgın hastalıklar ile ilgili Anayasa maddesi görüşülürken, Anayasa Komisyonu Başkanı Aldıkaçtı, bir ara söz alarak, ‘Anayasada insan ve hayvan ayırımı yapılmaması gerektiğini’ ifade etti ve şunları söyledi: “Müsaade ederlerse arkadaşlarım, tehlikeli insan ve hayvan salgın hastalıkları yerine, tehlikeli salgın hastalıklar diyelim efendim. Bu sûretle insan ve hayvan ayırımını koymayalım Anayasaya.” “Yine müzakereler sırasında ‘büyükbaş hayvanlar’ mevzuu gündeme geldiğinde, Aldıkaçtı ‘büyükbaş hayvanların gerçekten acı bir problem teşkil ettiğini’ söylemiş ve ‘Eğer Genel Kurul emrederse Anayasa komisyonumuz bu problemi de ele alabilir’ demişti. Ne var ki, insan-hayvan ayırımı yapmamaya itina gösteren ve büyükbaş hayvanların haklarının gerekirse Anayasada korunabileceğini beyan eden bir anlayış, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının temel hak ve hürriyetleri üzerinde fazla bir hassasiyet göstermedi.”
DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ Din ve vicdan hürriyetiyle ilgili kısımda, 1961 Anayasasının din ve vicdan hürriyetine dair 19. Maddesi ile TCK’nın 163. maddesinin, laikliği teminat altına almaktan ziyade, din ve vicdan hürriyetini tahdid eder şeklinde işlendiğini belirtmiş ve yeni anayasa tasarısının 24 maddesinin, bu sınırlamalara yenilerini ilâve ettiğini ifade etmiştik. Tasarının din ve vicdan hürriyetiyle ilgili kısımlarını inceden inceye tahlil etmiş ve endişelerimizden bir tanesini şöylece dile getirmiştik: “Anayasa tasarısının 12. maddesinde ise, temel hak ve hürriyetlerdeki sınırlamaların, ‘temel hak ve hürriyetlerin tümü için geçerli olduğu’ kaydedilmekte ve böylece din ve vicdan hürriyeti de otomatik olarak, sınırlanabilecek veya durdurulabilecek hürriyetler şümulüne alınmaktadır. Anayasanın bu maddesine dayanarak, günün birinde bir idarenin bütün camilerin kapısına kilit asması, sokaklarda başörtülü dolaşmayı yasaklaması, Kur'ân ve dinî bir kitap okumayı suç ilân etmesi mümkün hale gelmektedir.” Geçici maddelerin neler getirdiği hususunu etraflıca belirttikten sonra bu maddelerden demokrasi adına duyduğumuz endişeleri açıkça ifade etmiş ve söyle demiştik: “Anayasa tasarısının geçici maddelerinin açıklanması, Türkiye’de fevkalâde dönemin seçimlerle birlikte sona ermeyeceği, en az bir yedi yıl daha devam edeceği yolundaki yorumlara kuvvet kazandırdı. Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu Başkanı Orhan Aldıkaçtı da, müzakerelerin bir yerinde bu hususu itiraf etmekten kendisini alamadı ve ‘Seçimle belki olağanüstü devir bitecek, belki bitmeyecek, bilemiyorum’ dedi. Aldıkaçtı, geçici maddeleri ‘Lütuf dağıtmıyoruz; milletin ve meclisin şükran borcunu ödüyoruz’ şeklinde savunuyordu.”
CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ Anayasa tasarısındaki bir başka dikkat çekici husus da, MGK Başkanı Org. Kenan Evren’in Anayasanın kabulü ile birlikte “Cumhurbaşkanı seçilmiş” sayılmasıydı. Yani ayrıca Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmayacaktı ve Cumhurbaşkanlığına birden fazla aday ortaya çıkmayacaktı. Bu da hiçbir demokratik ülkede eşine rastlanmayan bir tatbikattı. Biz Cumhurbaşkanının seçim şeklini ele alırken MGK Başkanı Org. Evren’in o güne kadar çeşitli konuşmalarda açıkladığı görüşlerinden bazılarını da yeniden vermeyi uygun görmüştük. Bu görüşlerden bazıları, kaynaklarıyla birlikte şöyleydi: “Türkiye’de çok büyük politikacılar çıkmıştır ve çıkacaktır. Bir iki kişiye Türkiye’nin kaderi teslim edilemez. Biz bozuklukları düzelttikten sonra gideceğiz. Atatürk ilkelerine bağlı kurumlara ve kişilere iktidarı devredeceğiz. Bu asker sözüdür, namus sözüdür.” (Milliyet, 16 Ocak 1981) “Çocuklarını devletin okullarına göndermeyip, gizli yerlerde hain emellerini gerçekleştirmek için Kur’ân kursu açanların ellerine teslim eden ana ve babalara sesleniyorum: Bunu yapmaya hakkınız yoktur. O çocuk yarın sizin yaşınıza geldiğinde sizlere lânet edecektir. Bu vebalin altında kalmamanız için çocuğunuzu devletin okullarında okutunuz. Artık yeni almış olduğumuz bir kararla ilk ve ortaokullarla liselerde mecburî din dersi konulacaktır.” (Anadolu Ajansı, 23 Temmuz 1981) “Kız çocuklarınıza bu kadar kötülük yapmaya hakkınız yok. Şu şehrin içinden gelirken, burada da gördüm. Siyah çarşaflı ve gözünü kapatmış, öcüler gibi, anneniz yaşında yaşlı kimseler gördüm. Yüzü kapatmak İslâmiyet’in şartlarından değildir. Yüzü açık olur kadının, kızın. Çünkü görecektir, koku alacaktır, yiyecektir. Yüzü kapatamazsınız. Ancak başörtüsü örtmesi, saçını örtmesi söylenmiştir. Bunun da sebebi, size izah edeyim. O devirde tarak mı vardı? O devirde kuaför mü, berber mi vardı? Kadının saçı uzun, kötü görünüyor ve yemek pişirirken belki yemeğin içine saç düşer, o yemek lezzetli yenmez diye, Peygamberimiz buna günah demiş. Çünkü başka türlü söyleyemez.” (Yeni Nesil, 23 Ekim 1981)
GENÇLİK VE EĞİTİM Anayasadaki gençlikle ilgili bölümleri de birer birer ele almış ve Atatürk’ün koyduğu ideolojinin resmî ideoloji haline getirilmek istenmesine ve demokrasilerde resmî ideoloji olamayacağına dikkat çekmiş ve şöyle demiştik: “... Kısacası, yeni anayasa tasarısı, gençliği anarşiden korumak için gerekli tedbirleri almamış; buna karşılık, anarşi ile hiçbir alış verişi olmayan masum vatandaş çoğunluğunun dinini öğrenme ve vicdan hürriyetini ağır tahditler altına sokmuştur. Anayasa tasarısının Millî Güvenlik Konseyi’nde bu yönden ciddî bir tashih geçirmesi gerekmektedir. Ancak o takdirde gençliğimizin istikbaline ümitle bakmak mümkün hale gelecektir.”
İŞÇİ HAKLARI Tasarıdaki işçileri ilgilendiren maddeleri ele alırken, işçilerin hak arama yollarının nasıl tıkanmak istendiğini açıkça belirtmiş ve bunun ileride sıkıntılar meydana getireceğini söylemiştik. Biz bunları yazıp söylerken, Türk-İş’in idarecileri, tenkitte bulunmak bir yana, bilâkis tasarıyı alkışlama yolunu tercih etmişlerdi. Aynı idarecilerin bugün feryat ettikleri mevzular bizim daha önce ifade etmiş olduğumuz mevzulardı.
VAZİFEMİZİ YAPTIK Bahsettiğimiz gibi, Anayasaya “hayır” demek yasaktı. Bu yüzden biz de görüşlerimizi bu şekilde açıklamış, ancak “evet” veya “hayır” denilmesi hususunda birşey dememiştik. Yalnızca gerek broşürün kapağında, gerekse içerilerde “mavi” renge çokça yer vermiştik. “Hayır” reylerinin “mavi” renkli pusulayla verileceği o günlerde belli olmuştu. Neticede dergiyi de gazetemizi de, gerekçe göstermeden kapattılar. Ancak biz, vazifesini yerine getirmiş olanların iç huzurunu duyuyorduk. Gazetemizin ve dergimizin kapanmasından dolayı üzgündük, ancak vicdanen müsterihtik. Bugün işçi teşekküllerinin, siyasîlerin, gençlik kesiminin, basının Anayasa üzerinde tartıştığı ve değiştirilmesi yönünde görüş beyan ettiği hususlar, hep bizim daha önce dikkat çektiğimiz hususlardı.
YARIN: TASVİR’İ ÇIKARIYORUZ |
14.08.2010 |