BEHLÜL DÂNÂ VE HARUN REŞİD |
Yapacağını burada yap - HAYREDDİN EKMEN Bir sene Halife Hârûn Reşîd hacca gitti. Hac ibâdetini yerine getirdikten sonra dönüşünde Kûfe’ye de uğradı. Bir müddet Kûfe’de istirahat etti. Sonra yola çıkacağı zaman herkes kendisini yolcu etmek için sokaklara döküldü. Behlül de çıkmıştı. Çocuklar onunla oynayıp eğleniyorlardı. Tam o sırada Hârûn Reşîd’in develer üzerinde muhteşem kâfilesi gözüktü. Çocuklar da Behlül’ü bırakıp onun seyrine koyuldular. Muhafızlar da kalabalıkta halifeye yol açmak için insanları sağa sola çekiyorlardı. Tam Hârûn’un geldiği sırada Behlül yüksek sesle: “Ey Hârûn!” diye seslendi. Hârûn, perdeyi kaldırarak: “Buyur Behlül, ne istiyorsun?” dedi. “Ey Mü’minlerin Emîri! Eymen bin Nâil, Kudâme bin Abdülâmir’den bize şöyle haber verdi ve dedi ki: ‘Ben Resûli Ekrem’i (asm) Arafat’tan dönüşte görmüştüm. Kızıl bir deveye binmişti. Yanında kimse dövülmediği gibi, kimse de kovulmazdı. ‘Yol verin, yol verin!’ diyen münâdileri de yoktu. Sen de bu usûle riâyet eyle. Bilmiş ol ki; tevâzu ile yolculuk etmen, kibir ile seyâhatinden hayırlıdır.” Hârûn Reşîd, sükûnetle dinliyordu. Behlül Dânâ, halifeye sordu: “Bağdât ve etrafını nûrlandırıp aydınlatacak hediyeler götürüyor musun?” “Bu hediyeler nasıl olur?” “İnsanlara Allahü Teâlâ’nın sevgisi, O’ndan korkma, onlara örnek olacak şekilde hâl ve hareketler, onlar hakkında temiz ve güzel düşüncelere sâhip olmak en güzel hediyedir.” Bunu dinleyen Hârûn Reşîd ağlayarak; “Ey Behlül, biraz daha anlat!” dedi. Behlül devam etti: “Memleketinin bir köşesinde bir mazlûm zulme uğrasa, sen memleketin diğer köşesinde bile olsan, Allahü Teâlâ bunun hesâbını senden soracak. Allahü Teâlâ Kur’ân-ı Kerîmde meâlen; ‘Şüphesiz ki iyiler Naîm Cenneti’ndedir. Kötüler ise Cehennem’dedir.’ buyurdu (İnfitar Sûresi: 1314). Âhirette, Cennet veya Cehennem dışında gidilecek üçüncü bir yer yoktur. O hâlde hazırlığını buna göre yap.” Halîfe sordu: “Amellerimiz hakkında ne dersiniz?” “Allahü Teâlâdan korkarak ve emrettiğine uygun olarak yapılan amel makbuldür.” “Peygamber Efendimizle (asm) akrabâlık olarak yakınlığımız hakkında ne dersiniz?” Abbâsî halîfeleri, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (asm) amcası Hz. Abbâs’ın (r.a.) soyundandır. Böylece Abbâsîler, Peygamberimizin (asm) amcazâdeleri oluyordu. Behlül, buna da şöyle cevap verdi: “Peygamber Efendimiz Sallallâhu aleyhi ve selleme akrabâlıktan ziyâde, bildirdiği hükümlere, sünnetine bağlılıkta yakın olmak daha mühimdir.” “Peygamber Efendimizin (asm) şefâatine kavuşabilecek miyiz?” “Onu Allahü Teâlâ bilir.” “Nasıl yaşayalım?” “Allah’tan kork. Her hâlinde Hz. Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın sünnetine tâbi ol. Bu durumda en kârlı yolu seçmiş olursun.” Halîfe Hârûn Reşîd, bu konuşmalardan çok hoşlandı. İhtiyaçlarına harcaması için Behlül’e bir miktar para hediye etmek istedi ve şöyle dedi: “Çok güzel söylüyorsun, şu hediyemi kabûl et.” Behlül Dânâ Hazretleri bu parayı kabul etmeyerek şöyle dedi: “Onu kimden aldınsa ona ver. Dünyâdaki sâhipleri yakana yapışmadan önce, verenin yoluna harca. Bunu âhirete bırakma, burada yap. Âhirete kalırsa onlara bir şey bulup veremezsin, râzı edemezsin.” Parayı almayınca, Hârûn Reşîd; “Para borcun varsa onu ödeyelim” dedi. Behlül, bunu da kabul etmedi: “Kûfe’de birçok ilim sâhipleri vardır. Borç ile borcun ödenmeyeceğinde ittifak etmişlerdir.” Behlül, bu sözüyle, halîfenin elindeki paranın milletin bir emaneti olduğunu belirtmiş oluyordu. Hârûn Reşîd bu sefer şöyle dedi: “Bâri bir ihtiyâcın varsa onu temin edelim.” Behlül Hazretleri, bunu da şu sözlerle kabul etmedi: “Allahü Teâlâ senin Rabbin olduğu gibi, benim de Rabbim’dir. Seni hatırlayıp beni unutması muhâldir!” Hârûn Reşîd, bu sözleri işitince ağladı. Allah dostları, devlet idârecilerine nasihat etmek, onları âdil olmaya sevk etmek, yanlış icraatlarında onları ikaz etmek için yakın dururlardı. İdârecilerden bir ihsan, bir menfaat temin etmek akıllarının ucundan geçmez, şiddetle kaçınırlardı. Behlül Dânâ Hazretleri de böyle yapıyordu. Halîfeye yakın olmasına rağmen, ondan en ufak bir maddî fayda sağlamayı düşünmezdi. Halîfenin ısrarlarına rağmen, hiçbir ihsan ve hediyesini kabul etmezdi. |
18.09.2009 |