RAMAZAN HÂLLERİ |
Rabbin Rububiyetinden, nefsin terbiyesine... - OSMAN ZENGİN Üstad, Ramazan-ı Şerif’teki orucun hikmetlerini sayarken, bunların; Cenâb-ı Hak’kın rububiyetine (Rab oluşuna, terbiye ediciliğine), insanın sosyal hayatına, şahsî hayatına, nefsin terbiyesine (Rab sıfatının tecellisiyle) ve Allah’ın bize verdiği çeşitli nimetlerin şükrüne bakan hikmetleri olduğunu söyler. Gerçekten de, Ganiyy-i Mutlak olan Allah, fakir-i mutlak olan insanlara öyle nimetler bahşetmiş, vermiş ki, bunların bazılarını da hiç ummadıkları şekilde, umulmadık yerlerden kullarına izhar etmiş, önlerinde hazır hâle getirmiştir. Bu da, Allah’ın mutlak ve en zengin oluşunun, insanın da en fakir ve aciz oluşunun bir delili, hikmetidir. Tabiî, Cenâb-ı Hak, bunları mükemmel Rablığının yanında, Rahimiyeti ve Rahmaniyetinin gereği de yerine getirerek, aciz insanlara merhamet ediyor, o kullarını rızıklarla besleyip, muhafaza edip, koruyor. Peki, gafil, aciz ve zayıf insan buna karşı ne yapıyor? Zannediyor ki, yediği, içtiği şeyler; güneş, su, toprak, hava olmasa olmayacak, eline geçmeyecek. İnsan ya, işte nisyana düşüp, bir an bu işleri Rabbinin yaptığını unutup, aslında her biri de, o Rabbin emri altında olan sebeplere veriyor. İşte Ramazan-ı Şerif geldiğinde ise, ehl-iman; gafil insanlara bedel, iman ettiği Rablerine tam bir teslimiyetle inkiyad ediyor, ona karşı boynunu eğip bağlılığını gösteriyor. Adeta intizamlı bir ordunun askerleri gibi o ezelî Sultanın akşam onlara verecekleri ziyafete dâvet ediliyorlar. Ama, aç, susuz, perişan bir halde olmasına rağmen, o muazzam sofradaki hiçbir şeye elini süremiyor. Ancak onun “Buyurunuz” emrine uyarak yiyip içip şükrediyor. Rablerinin emrine uyan kullar olduğunu gösteriyorlar. Peki, bizi böyle en muntazam bir şekilde yaratıp, besleyen, muhafaza eden, merhamet eden bir Rabb’e karşı, biz en güzel kulluğumuzu göstermez, ona isyankâr olursak, o zaman “insan” ismine lâyık olabilir miyiz? |
02.09.2009 |