Hukukçu ve Barış Meclisi Sözcüsü Ayhan Bilgen, “değiştirilemez” denilen ilkelerden bazılarının—devletçilik gibi—bugün uygulanabilirliğinin kalmadığını ve dondurulduğunu belirterek, “Anayasada değiştirilemez maddeler eğer kalacaksa, bunlar herkesin üzerinde uzlaştığı, aklın ve çağın gelişmelerinin ortaya çıkarttığı, evrensel ahlâkî ilkeler olabilir ancak. Yani tüm insanlığın tarihî ortak değerleri olur” dedi.
Bilkent Üniversitesi ve Alman Uluslararası Hukukî İşbirliği Vakfınca düzenlenen ‘’Anayasalardaki Değiştirilemez İlkeler’’ konulu sempozyumda dile getirilenler yankı buldu. Yeni Asya’ya konuşan Hukukçu ve Barış Meclisi Sözcüsü Ayhan Bilgen, Anayasamızdaki değiştirilemez maddeleri değerlendirdi.
Anayasa Mahkemesi (AYM) Raportörü Osman Can, yargı kurumunun meşrûiyet sorunu olduğunu söyledi. Siz bu yoruma katılıyor musunuz?
Her kurum kendi varlık sebebi ve kuruluş amacına aykırı bir rol üstlendiğinde elbette ki bir meşrûiyet tartışmasıyla karşı karşıla kalacaktır. Her ne kadar Türkiye’de AYM, topluma karşı diğer bütün yargı organları gibi devleti koruma görevini üstlenmişse de bizim bildiğimiz kadarıyla evrensen hukukta AYM’nin rolü, toplumu korumak ve toplumun bir hukuk düzeyi içerisinde yaşayabilmesini güvence altına almaktır. Aslında AYM Türkiye’de kuruluşundan bu yana varlık sebebi tartışılmalı ama hepsinden acil olanı bugün itibariyle üstlendiği rolün artık bir yetki ve görev aşımı boyutunda olduğunu çok net bir biçimde görüyoruz. Bu boyutu dikkate alarak yetki ve görevlerini yeniden tanımlamaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu meşrûiyet sorununun, üyelerinin tayin biçimini değiştirerek veya üye sayısını arttırarak çözülemeyecektir. Burada misyonuyla ilgili ve Türkiye’nin AYM’ye bakışıyla ilgili bir sorun vardır.
AYM’nin yetki ve görevlerinin yeniden tanımlanması gerektiğinden bahsettiniz. Peki, meşrûiyet sorununu çözmek için bu yetki ve görevler nasıl tanımlanmalıdır?
Burada sadece AYM üzerinden yapılan bir tartışmanın geri tepeceğini ve bir karşı reflekse neden olacağını düşünüyorum. Daha doğru olan tıpkı başörtüsüyle ilgili sorunu çözmek için YÖK yasalarını ya da Anayasanın ilgili maddelerini değiştirmekle bir netice elde edilmediği gibi, bu sorunun da çözümü sadece AYM’nin görev ve yetkisini tanımlayan maddeleri değiştirmekte aranmamalıdır. Bu nedenle çözüm, topyekûn bir anayasa değişikliğindedir. Bütün olarak anayasa değişikliğine gidilirse, bunun içerisinde tabiî ki AYM de çok kritik bir role sahiptir. Bu şekilde onun da rolünü sağlıklı bir yere oturtmak mümkün olacaktır. Türkiye’de sorun, sadece AYM’nin görevini, pozisyonunu zorlayan bir şey değildir. Türkiye’de görevler ayrılığı ya da güçler ayrılığı tümden bozulmuştur. Bugünkü gibi, kişiler üzerinde değişikliğe gidilerek düşünülen bir çözüm, kalıcı bir çözüm değildir.
AYM Başkanı Haşim Kılıç, AYM’nin kuruluş yıl dönümü olan 25 Nisan’da Anayasa’nın değiştirilemez maddelerinden bahsetmeyi düşündüğünü, fakat cesaret sorunu yaşadığını söylüyor. Kılıç’ın cesaretini kıran nedir? Bir hukukçu neden vicdanıyla konuşamıyor?
Tabiî, bu konuda Haşim Kılıç’a bilmediğimiz kayıt dışı tehditler varsa, onları kamuoyuna açıklaması da onun tarihî bir sorumluluğudur. Yani en azından, psikolojik de olsa bu konuyu tartışmaktan korkacak derecede bir baskı düşünmesi dahi endişe vericidir. AYM Başkanı korkuyorsa, biz savcılardan, daha alt mahkeme hâkimlerinden, hatta toplumdan nasıl cesaret bekleyeceğiz? Toplum yargıya güvenerek nasıl hareket edecek? Bence öncelikle bu olayı halk açısından değerlendirmek daha önemli.
Peki, sizce AYM Haşim Kılıç, bu şartlar altında, 25 Nisan’da anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerinden bahsedeceği o konuşmayı yapar mı?
Aslında o maddeleri açmak başka bir tartışma ama daha önceki Anayasa Mahkemesi kuruluş yıl dönümlerinde defalarca o dönemlerin AYM başkanları, meselâ Yekta Güngör Özden’i hatırlıyorum, bu gibi şeyler söyledi. Her yıl dönemlerinde bu talep ve ihtiyaç dillendiriliyor, ama ne yazık ki buna dair bir adım, bir açılım sergilenmiyor. Aslında ben artık kritik eşiğe geldiğimizi düşünüyorum. Tabiî burada sorumluluk mahkemede değil, doğrudan doğruya parlamentoda, siyaset kurumundadır.
Gazeteci Ahmet Altan, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerin anayasada bulunmasının, ülkenin egemenlik hakkını kısıtladığını söyledi. Buna katılıyor musunuz?
Anayasada değiştirilemez madde eğer kalacaksa bunlar herkesin üzerinde uzlaştığı aklın, çağın gelişmelerinin ortaya çıkarttığı evrensel ahlâkî ilkeler olabilir ancak. Yani tüm insanlığın tarihi ortak değerleri olur. Yüzyıllar boyunca değişmemiş, değişmeyecek ve dinlerin de beşeri ideolojilerinde onayladığı, mutlak doğrular ancak değiştirilemez kaydıyla anayasaya yazılabilir. Bunlar da meselâ, insan onurudur, özgürlüktür, adalettir vesaire, böyle değerler olabilir. Onun dışındaki her türlü ilke, belli bir dönem için bir anlam ifade edebilir, o dönemin yaygın popüler ideolojileri açısından çok meşrû olabilir, ama hemen arkasından o tezler, o sosyal yaklaşımlar anlamını yitirebilir. Nitekim Cumhuriyet’in kuruluş döneminde Fransız İhtilâlinden, o ilkelerin şekillendiği dönemden etkilenmiş bir çerçeve söz konusudur. O ilkelerin arasında devrimcilik diye bir madde var meselâ. Bu ilkenin gereği bile, diğer ilkelerin dondurulmasını, dogmatik hale getirilmesini ortadan kaldıracak bir fonksiyona sahip. Eğer o ilkelere bütünüyle uyuyorsanız, milliyetçiliği ve laikliği de daha devrimci bir yoruma açmak zorundasınız. Yoksa dondurulmuş bir milliyetçilik veya laiklik yorumunun ihtiyaç karşılamaktan uzak olduğu, toplumsal barışı tehdit ettiği çok açık. Türkiye eğer bu ilkelerden hareketle iç düşman üretmeye devam ederse, çok daha tehlikeli ve geri dönüşü olmayan bir sürece doğru gidilecek. Pratikte aslında bazı ilkeleri askıya almış durumda Türkiye. Meselâ devletçilik ilkesinin uygulamada ne anlam ifade ettiğini, özellikle de özelleştirmeyle ilgili yaygın uygulamalara bakarsanız, anlamını anlamakta doğrusu ben zorlanıyorum.
|