Genelkurmay Başkanı Sayın İlker Başbuğ geçtiğimiz hafta Genelkurmay Başkanlığı’nda bir ‘iletişim toplantısı’ gerçekleştirdi ve bu toplantının hemen sonrasında cep telefonuma gelen Anadolu Ajansı çıkışlı mesajda da aynen şöyle yazıyordu:
‘Org. Başbuğ ulus-devletin bir vidasının gevşetilmesine kesinlikle karşıyız dedi’.
Subayların harp okullarında, kurmayların harp akademilerinde müfredat yapısı anlamında nasıl bir eğitimden geçtiklerini doğrusu çok iyi bilmiyorum ama temennim, doğrudan militer konular yani ülkeyi dış askeri tehditlerden koruma konusunda elde ettikleri bilgi ve beceri düzeyinin toplum bilimleri konusunda sahip olduklarından daha nitelikli olması.
Asli görevleri ülkeyi dış askeri tehditlerden koruma olan askerlerimizin militer strateji alanında nasıl bir bilgi birikimine sahip olduklarını da doğrusu bilmiyoruz zira bu konularda hiç konuştuklarına şahit olmuyoruz ama itiraf edelim normal koşullarda zaten konuşsalar da bir sivilin bu konulara nüfuz etme olanağı sınırlı olmalı ama yine de merak ediyorum; son günlerde yakından izleme olanağı bulduğum Fransa’da ordunun militer anlamda yeniden yapılandırılması meselesi kamusal olarak tartışılıyor ve bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak bu konuların bizde eksikliğini hissetmiyor değilim doğrusu.
Bizde askerlerimiz, daha doğrusu çok üst düzey komutanlarımız kamuoyu önüne daha ziyade toplum bilimlerine ilişkin görüşleriyle çıkıyorlar ve itiraf etmek durumundayım, bu alanda düzey çok parlak değil. İyi bir yurttaş olarak aynı komutanlarımızın asli konularına yani militer konulara hakimiyetlerinin toplum bilimlere oranla çok ama çok daha iyi olmasına yönelik temennimi de yineliyorum.
(...)
Tüm toplumsal kategoriler, kavramlar tarihsel kategoriler ve kavramlardır ve belki de bunların en başında da ulus-devlet kavramı gelmektedir. Ulus-devlet kavramı, yapılanması, örgütlenmesi de feodalite gibi, tarım imparatorlukları gibi, tarihin belirli bir döneminde belirli bir toplumsal/ekonomik yapılanmanın sonucunda oluşmuştur, bu çerçevenin değişmesiyle de tarih sahnesinden aynen feodalite gibi silinip gidecektir ve bu durum iyi ya da kötü değil, tarihsel bir belirlenmedir.
Yaklaşık 18. yüzyılda sanayileşme sürecinde iç pazar gereksinimi ile oluşturulmuş bir kavram olan ulus-devletler pazar yapısının küreselleşmesi ve teknolojinin gelişmesiyle kaçınılmaz olarak çok da geç olmayacak bir gelecekte ortadan kalkacaklardır ve bunda da öyle üzülecek ya da sevinilecek bir durum yoktur.
(...)
Doğrudur, bugün için ulus-devlet yapılanmasından vazgeçelim demek komik kaçabilir ama en azından sürecin bu olduğunu görmek ve bu yapılanmanın ilelebet kalıcı olmasını istemek gibi bir tuhaflığa kaçmamak gerekmektedir. Aslında 1960 sonrası Avrupa Birliği’ne giden süreçte ulusal paraların yerini ortak bir para biriminin alması, parlamentoların vergi yasası çıkarma haklarının çok sınırlanması gibi gelişmeler zaten görmek isteyen, beynine zincir vurmayanlar için ulus-devletin fiilen bitiş ön sinyalleridir.
Ulus-devlet demek, teorik olarak, para basma tekeli, parlamentoların vergi kanunu çıkarma hakkı ve yasal silahlı güç beslemek demektir; AB üyesi ülkelerde ilk ikisi adeta bitmiştir, ortak bir savunma konsepti de, yarın olmasa da, yoldadır yani ulus-devlet değerleri artık bu ülkelerde folklorik değerlere zorunlu dönüşümünün arifesindedir.
‘Ulus-devletin vidasına dokunulamaz’ demek kavramsal olarak mesela Sezar’ın yaklaşık iki bin sene önce ‘Roma İmparatorluğu ilelebet kalıcı olacaktır’ demesiyle aynı şeydir.
Bu tartışma aslında AB meselesinin de fay hattıdır ve belki bu açıdan da çok faydalıdır.
Tarihe karşı vida sıkıştırmak çok anlamlı bir durum olmasa gerek diye düşünüyorum.
Star, 21.9.2008
|