Kul, kendini bağlı hisseden ve bütün gücünü dayandığı kaynaktan aldığına inanan bir boyutta yaşar. İlk etapta bu, hürriyetin sınırlanması ve insan hakları ile uyumlu olmayan bir hâl gibi algılanır. Ancak bu durum doğru değerlendirildiğinde varlığın ve maddenin işleyişine hakim olamayan her an pek çok tehditle yüz yüze olduğunu fark eden ve kâinatın genişliği karşısında maddî cesameti ile çok sınırlı bir maddî varlık boyutu olan ve nazara alınmayacak derecede küçük bir bedeni olan insan asıl çözümü bu dayanma duygusu ile bulur. Varlığın her an değişen ve çoğu zaman kararsız işleyişleri ortasında bir dayanak olmaksızın ferdin kendini güvende hissedebilmesi mümkün olamaz. Bu durumda benlik duygusunu şişirerek ve ne kadar güçlü olduğu vehmini kuvvetli bir inanca dönüştürerek ayakta kalmaya çalışır. Zamanla benliği onu yutar ve gerçeği görmesini engelleyerek geçici bir rahatlama sağlar. Oysa bu rahatlık tam da yaranın görmezden gelinmesi ve unutulması gibi bir gaflet hâlidir. Bu hâl, kişinin huzur içinde batışını ifade eder. Dehşet verici bir durumdur.
Oysa kul kendini devreden çıkarır ve Sonsuz Kudret’in olaylar üzerindeki tesirini kabul etmenin, yani zaten var olan bir durumu kendi ruhunda da tasdik etmenin huzurunu yaşar. Eşkıya ortasında bir reisin ismini alarak dolaşmak gibi bir haldir bu. Böylece kendisine kul olmaktan hiç gocunulmayacak bir Zat’a tam itaat eden bir köle olmakla diğer varlıklar karşısında dilenci konumuna düşmekten ve onlara köle olmaktan kurtulur.
Kul, gerçekten hür olandır.
|