Gazeteci-yazar Şahin Alpay, silâhlı kuvvetlerin siyasi otoritenin denetimine tabi olmadığı yerlerin yalnızca, ordunun ulusu temsil etme iddiasını taşıdığı askerî rejimler olduğunu belirterek, “Türkiye ise bir demokrasidir ve burada ‘ulus’un temsilcisi TSK değil TBMM’dir” dedi.
Şahin Alpay, Zaman gazetesinde yayınlanan dünkü yazısında, Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi’nin Türk Silâhlı Kuvvetleri (TSK) adına Kandıra F Tipi Cezaevi’nde, Ergenekon örgütü dâvâsı kapsamında tutuklu bulunan emekli orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon’u ziyaret etmesi, Başbakan Erdoğan tarafından “insanî amaçlı” olarak yorumlandığını hatırlattı. Alpay, Başbakan’ın yorumunun genel kabul görmeyeceği, bu ziyaretin Türkiye’de askeri otoritenin yalnızca siyasî sürece değil, yargı sürecine de müdahalelerde bulunmasının son örneği olarak kayda geçeceğinin muhakkak olduğunu belirtti.
Alpay, Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Aydoğan Babaoğlu’nun, “Bence Ergenekon’un ne olduğu belli değil ki...” şeklindeki sözlerinin de, mahkemece tutuklanmış 53 sanığı olan dâvâyı “sulandırma” gayreti olarak yorumlandığına da kuşku buluhmadığını belirterek, Kandıra F Tipi Cezaevi’ne TSK adına yapılan ziyaret ise, kamuoyunun Kocaeli Garnizon Komutanı Korg. Mendi’nin sicili hakkında bilgilenmesine vesile olduğunu hatılattı.
Şahin Alpay, yazısında şu ifadelere yer verdi:
CEMAATLAR KALKINMADA ROL OYNUYORLAR
Unutmamak gerekir ki, din temelli cemaatler Türkiye’de toplumun işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik gibi sorunlarla başa çıkmasına yardımcı oldukları gibi, sağladıkları ‘sosyal sermaye’ (yüz yüze ilişki ağları) ile ekonomik kalkınmada önemli bir rol oynamakta, dinsel ve dünyevi faaliyetlerin ayrışmasına, dolaylı olarak laikleşmeye katkıda bulunmaktadır. Asıl unutulmaması gereken ise şudur: İnsanlık varoldukça dinî inançlar varolacak, artan güvensizlik ve belirsizlikler dindarlığı arttıracaktır. Demokratik bir toplumda dine (az veya çok) bağlı yaşam tarzları, en az dine (az veya çok) bağlı olmayan yaşam tarzları kadar saygıya lâyıktır. Dindar ya da ‘laik’, belirli bir yaşam tarzını bütün topluma dayatma, ancak demokrasiyi dışlayan rejimlerin gayreti olabilir.
AB, ULUS DEVLETLERİN GÜVENCESİ
Başbuğ ‘çağdaş uygarlığın üzerine çıkma’ çabası bağlamında bir araç olarak AB üyeliğine destek verirken, Koşaner’in dolaylı ifadelerle AB’ye katılım sürecini ulusal güvenliğe bir tehdit olarak sunması dikkat çekti... Bu konuda söylenmesi gereken şu: Koşaner’in imasının tam tersine AB’ye katılım süreci, Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi kadar, gerek ‘ulus devletin’ gerekse ‘laik devletin’ korunması açısından da önem taşıyan dış desteklerden biri. AB projesi de, özünde, ulus devletlerin aşılmasının değil, korunmasının güvencesi.
TOTALİTER REJİMLER DE
BİLE ORDU SİYASÎ OTOROTİYE TABİ
Koşaner ‘TSK’nın ulusu dışında ayrı denetime ihtiyacı bulunmamaktadır,’ diyerek açıkça Türkiye’de silâhlı kuvvetlerin sivil demokratik denetime tabi olmadığını, yani TSK’nın TBMM ve ondan çıkan siyasî otoriteye hesap vermek durumunda olmadığını da söylüyor. Totaliter rejimlerde bile silâhlı kuvvetler, siyasî otoritenin denetimine tabidir. Silâhlı kuvvetlerin siyasî otoritenin denetimine tabi olmadığı yerler yalnızca, ordunun ulusu temsil etme iddiasını taşıdığı askeri rejimlerdir. Türkiye ise bir demokrasidir ve burada ‘ulusun temsilcisi TSK değil TBMM’dir.
SUÇLUYA TSK DEĞİL, YARGI KARAR VERİR
Koşaner’in, 2006 yılında Genelkurmay 2. Başkanı iken kendisine verilen ‘andıç’taki ifadeleri yansıtan bir biçimde, kendisinden farklı görüşlere sahip STK, medya, akademi ve iş dünyası mensuplarını ‘ulusal güvenliği tehlikeye atmakla’ itham etmesi ise, demokrasimiz açısından fevkalâde hazin bir olay. Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye atanların kimler olduğuna karar vermek, TSK komutanlarına değil, (Ergenekon örgütü dâvâsında olduğu gibi) hukuk devleti kurallarını uygulayan yargı organlarına aittir.”
|