Acıklı bir hikâyedir. İspanya, Portekiz ve Yunanistan’da 1970’lerde, 1980’lerde, hatta 1990’larda yaşananlar bizde yaşanmadı.
Ne yazık ki öyle.
Askeri yönetim ve diktalardan sonra bu üç ülkeyi de demokrasi ve hukuk devletiyle birlikte Avrupa Birliği’ne taşıyanlar sosyal demokratlar, sosyalistler, kısaca solcular oldu.
Demokrasinin, hukukun, insan hakları ve özgürlükler düzeninin çağdaş gereklerini bu ülkelerde sosyal demokrat ve sosyalist partiler yerine getirdiler.
Soares’ler, Gonzalez’ler, Papandreu’lar ve Simitis’ler ülkelerinin diktacı geçmişleriyle hesaplaştılar, askeri demokratik otoriteye tabi kıldılar ve insanlarına AB yoluyla birlikte refah kapısını da ardına kadar açtılar.
Bizde maalesef olmadı bu.
Her darbe ve askeri yönetimle birlikte demokratik hukuk devletinin kolu kanadı daha fazla kırıldı, sivil siyaset alanı daraltıldı.
Ve bizim siyasetçilerimiz bu dar alanda daha çok çelik çomak oynamakla yetindiler; Türkiye’de demokrasi ve hukukun bazı yapısal sorunlarına el atamadılar, atmadılar.
Askerin belirlediği kırmızı çizgiler içinde oyun oynamayı demokrasi sandılar. Ya da devletin demokrasiye ağır basıyor olması gerçeğini, yani asker-sivil bürokrasinin yetki alanını sineye çektiler.
Baykal’a bakın bugün.
Baykal’ın kurmaylarına bakın.
Bakın, CHP’yi getirdikleri yere.
Sözde sosyal demokrat hepsi.
Ama askeri muhtıralara selam çakan onlar... Hukuk skandalı olan 367’leri savunan onlar... Parti kapatma davalarına sessiz kalan onlar... Kürt sorununa yan çizen onlar... 301’lerden bile yana çıkan onlar...
AB’yi takmayan da onlar...
Sosyalist Enternasyonal’den ihracın eşiğine gelen de onlar...
Ve son olarak Ergenekon avukatlığına soyunanlar da onlar değil mi?..
Kısacası:
İspanya’daki gibi, Portekiz’deki gibi, Yunanistan’daki gibi demokrasi ve hukuk kavgası veren ‘solcular’ bizde yok, olmadı.
Demokrasinin karşısında devletin yanında yer almak bizde solculuk sanıldı. Bu yüzden AB de demokrasi diye bastırdıkça, kendilerini solcu sananlar daha çok AB karşıtlığına yöneldiler.
Böylece devletle, sistemle bütünleştiler, Ergenekon avukatlığına bile soyunabildiler...
Geçelim onları.
Peki, şimdi AKP ne yapacak?
Erdoğan da teslim mi olacak?
Yani ‘eskiler’in kaderi, AKP liderini de teslim mi alacak?
Yoksa, Başbakan Erdoğan özellikle 2003-2004’teki gibi AB’ye uyum yolunda bir reform seferberliği başlatacak mı?
Türkiye’de demokratik hukuk devletini darbelere tümüyle bağışık kılacak radikal bir hukuk reformu için, bir sivil anayasa için düğmeye basacak mı?
Bunların temel ilkelerini özenle hazırlayıp kamuoyuna açıkladıktan sonra halktan seçim yoluyla onay isteyecek mi?
Bir başka deyişle:
Erdoğan, boğayı boynuzlarından tutup demokrasi ve hukuk mücadelesi mi verecek? Yoksa yolu, ‘eskilerin yolu’ mu olacak?
İyi pazarlar, Sayın Başbakan!
Milliyet, 10 Ağustos 2008
|