Güney Osetya’da patlayan kriz hiç sürpriz olmadı. Çünkü Kosova’dan Osetya’ya; Hazar’daki enerji mücadelesinden İran ve Irak krizlerine; füze kalkanı tartışmasından NATO’nun genişleme sürecine, merkezinde yer aldığımız bölge üzerinde bir süredir kara bulutlar uçuşuyordu.
Aslında bu durum, sadece bölgemiz için değil, tüm dünya için geçerli. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle bozulan dehşet düzeni, yerini yeni bir düzene bırakmadı. Bir yanda, özellikle oğul Bush liderliğindeki ABD’nin tek kutuplu dünya düzeni denemesi. Diğer yanda, buna karşı çıkan ve düne göre hayli güçlenmiş ülkelerin çok kutuplu dünya arayışı.
Bu durumda, Soğuk Savaş’ın bir barış anlaşmasıyla değil de ateşkesle sonuçlanmamasının da payı var. Bosna’dan Karabağ’a birçok kriz çözülmüyor, derin dondurucuda duruyor. Şu an yarım yamalak süren düzenin temeli, II. Dünya Savaşı’nın galiplerince atılmıştı. Mesela, güç açısından İngiltere ve Fransa’dan geri olmayan Almanya ve Japonya’nın Güvenlik Konseyi’nde olmayışının tek nedeni, mağluplar safında yer almaları. Veto gücüne sahip Çin’in de aralarında bulunduğu Rusya, Hindistan, Almanya, Japonya ve İran gibi ülkeler daha adil bir düzen istiyor. Küçüklü büyüklü bu güçler, ya tepkisini açıkça gösteriyor veya kozların paylaşılacağı gün için kart biriktiriyor.
Yeni düzen isteyenlerin başında ise kısa bir süre öncesine kadar dünyayı yöneten iki kutuptan biri olan Rusya var. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra dağılan ve yeni bir sisteme geçerken emeklilerin maaşlarını ödeyemeyecek kadar zavallı duruma düşen Rusya, şimdilerde mevcut düzenin kendi rağmına kurulduğunu ve 1990’ların başında dillendirilen küresel barış vaatlerinin unutularak kendisinin aldatıldığını düşünüyor. Lideri olduğu Varşova Paktı’nın dağılmasına rağmen NATO’nun, varlığını korumak bir yana sınırlarına doğru sürekli genişlemesini aldatmanın delili sayıyor.
Halbuki doğu ucundan batı ucuna 11 saat dilimi bulunan, yüzölçümü Türkiye’nin 22 katı olan, nükleer silahlara, dev enerji kaynaklarına, zengin kültürel mirasa ve güçlü bir ‘ben’ duygusuna sahip, BM Güvenlik Konseyi üyesi Rusya haklı olarak kale alınmak istiyor. Sesini duymak istemeyenlere de bunu bazen enerji kartını bazen Kosova, bazen Abhazya, bazen Osetya kartını oynayarak göstermek istiyor. Moskova, Batı ile yeni bir yıpratma savaşına tutuşmaktan özenle çekinse de Şanghay İşbirliği Örgütü’nde Çin ve İran gibi çok kutupluluk yanlısı güçlerle bir araya gelerek; Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğine itiraz ederek; ABD’nin savunma sistemlerini geçersiz kılacak mucize silah sistemleri geliştirerek; kutuplardaki uçuşları yeniden başlatarak mevcut sisteme kafa tutuyor.
Kosova veya Bosna krizlerinde tüm dünyanın soykırımıyla suçladığı Sırplara yakın durarak; Gürcistan’da ve Azerbaycan’da ayrılıkçı güçleri destekleyerek ve doğalgazı silah gibi kullanarak kuşkusuz Rusya hem kendisini sevimsiz hale getiriyor hem de NATO’nun varlık sebebini güçlendiriyor. Ama Rusya’nın böyle davranmasında, Bush’un temsil ettiği dünya vizyonunun etkisi de inkar edilemez. Çünkü Bush doktrini, selefi Clinton’ınkinin aksine dünyanın tek başına ABD tarafından yönetilmesini ve muhtemel rakiplerin birleşerek bile gücüne erişemeyeceği bir silahlanma stratejisini öngörüyor. Bu da hızla dünyayı cinnetin eşiğine taşıyor.
Halbuki Clinton, ABD’nin gücünün er geç zayıflayacağını ve dünyayı diğer güçlerle birlikte yönetmek durumunda kalacağını düşünüyordu. Ona göre yapılması gereken, tüm dünyayı yönetmeye kalkmak yerine, müstakbel ortakların demokrasi ve insan hakları gibi ortak değerleri paylaşmasını sağlamaktı.
Clinton’ın 1990’ların sonunda gündeme getirdiği bu vizyona Rusya’nın cevabı, biraz gecikmeli de olsa mayıs ayında Kremlin’e yerleşen yeni Rus lider Medvedev’den geldi. Haziran başındaki Almanya ziyaretinde Medvedev’in gündeme getirdiği teklif, Soğuk Savaş anlaşmalarının yerini alacak bir trans-Atlantik barış paktı öngörüyor. NATO ve ABD’nin askerî yayılma siyasetinin Moskova’yı üzdüğünü ve bunun Doğu-Batı ilişkilerini radikal şekilde yıkacağını söyleyen Rus liderin teklifine göre, AGİT Şartı modelinde hazırlanacak Euro-Atlantik barış anlaşması Vancouver’dan Vladivostok’a Atlantik’i ve tüm Avrasya’yı kapsayacak. ABD, Kanada, AB’ye üye olan ve olmayan Avrupa ülkeleri ve Rusya’nın da aralarında bulunduğu ülkeler aynı masa etrafında oturacak.
Önerinin samimi bir vizyon mu, yoksa güç oyununda bir atraksiyon mu olduğunu bilmemiz zor. Ama hem bölgemizin hem de yaşlı, gergin dünyanın hakiki barış düşüncesine ihtiyacı aşikar.
Zaman, 10 Ağustos 2008
|