BUNDAN böyle seçim, meçim düzenlemenin gereği kalmadı. Hiç hácet yok!
Pisi pisine masraf oluyor. Artı, boşu boşuna da vakit kaybına yol açıyor.
Çünkü, işte artık ayan beyán ortada ki Türkiye’de evrensel demokrasi falan değil, “jüristokrasi”, yani “yargıçlar iktidarı” hüküm sürüyor.
Ülkemizi “yüksek hakimler”den (!) oluşan bir meslek loncası yönetiyor.
Dolayısıyla da, sen sağ ben selámet, sandık başına giderek boşa kürek çekmeyelim.
* * *
ÖYLE tabii, zira madem “kanun yapıcı” hangi yasayı çıkartırsa çıkartsın “kanun tır-pan-la-yı-cı” onu anında hadım ediveriyor, biz de aklımızı peynir ekmekle yemedik ya!
“Kuvvetler ayrılığı” ilkesindeki en temel unsuru belirlemek için neden yırtınacağız?
Deli diváne miyiz ki, “millet iradesi”, “parlamento seçkisi”, “hukuk yetkisi” gibi evrensel kıstaslara atıfta bulunmakta ısrarlı davranarak, tatlı canımızı üzeceğiz?
Her şey ortada, ulus mukadderatımızı nasılsa, káh “27 Mayıs idamları cuk oturdu” diye demeç buyuran; káh da emekliliğini alır almaz ya “ordu göreve”, ya “Kürt bakkala gitme” sloganlı dergilerde “yazar” (!) oluveren “tarafsız” (!) Ankara hakimleri belirliyor.
O halde, ağzımızla kuş tutsak dahi durum değişmeyecek.
İyisi mi, tevekkeltü táalallah, makûs kaderimize razı olalım ve “yargıçlar cumhuriyeti”nin sultası altında yaşamak fikrine alışalım.
* * *
HAYIR, alışmayalım! Tabii ki ironiyle söyledim, böyle bir sultaya asla alışmayalım!
Çünkü buna alışmak, demokrasiye yabancılaşmayı kabullenmek demektir.
“Şeriat’ın kestiği parmak acımazmış”, láf ola, beri gele! Bal gibi de acır! Acır ne kelime, oluk oluk kanar. İrin irin akar. Zira o “şeriat”, yani burada “kanun”, öz itibariyle bir yorum meselesidir.
Ve, Anayasa Mahkemesi’nin hicáp tarzda giyinerek üniversiteye gitmek özgürlüğünü t-ı-r-p-a-n-l-a-m-a-s-ı, söz konusu “yorum”da çizmeyi aşmanın son raddesidir!
* * *
ÖYLE, çünkü bütün demokratik hukuk sistemlerinde, yukarıdaki tür yargı organları, “kanun yapıcı”nın onayladığı yine yukarıdaki tür yasaları ancak ş-e-k-l-e-n değerlendirebilir.
Zaten aynı ilke Anayasa’nın 148. maddesinde, “sadece” kelimesi bilhassa eklenerek, “Anayasa değişikliklerini ise sa-de-ce şekil bakımından inceler ve denetler” diye yer alır.
Dolayısıyla “esas”ı yalnız ve yalnız, o “kanun yapıcı” sıfatını taşıyan Meclis belirler.
Diğer bir deyişle, mahkeme, zaten binbir tanımı olan laikliği kendi tarafgir kıstaslarına göre yorumlayıp, tesettürle üniversiteye gitmenin aynı laikliğe aykırı olduğu hükmünü veremez.
Verdiği takdirde ise “kanun denetleyici” yetkisini aşar. Demokratik hukuku da aşar! Bizzat kendini “kanun yapıcı” yerine koymuş olur ki, sonu o “jüristokrasi”ye gider.
* * *
ÖTE yandan, üniversite kelimesi evrensel anlamına gelen “universalis”ten türemiştir. Dolayısıyla, buralar en çok özgürlük tanıyan kurumların başında gelirler. Öncüdürler.
Zaten, laik - anti-laik çelişkisine rağmen Türkiye’de dahi kutupların en uzlaştığı nokta, oralardaki giyim serbestisidir. Öğrenci ve veliler yargıçlardan sonsuz defa daha hoşgörülüdür.
Kaldı ki, aldığı kararla bu çelişkileri şimdi bilhassa bilemiş olan Anayasa Mahkemesi, o Türkiye’den başka, o üniversitelerde hicábın yasaklandığı kaç demokratik ülke gösterebilir?
Yoksa, tereciye tere satmak anlayışına göre, aynı mahkemenin “yükseek” yorumu ve “engiiiin” bilgisi, buralardaki laiklik anlayışı “gerçek laiklik” (!) saymamakta mıdır?
Her halükárda da, “jüristokratik” bir “yargıçlar cumhuriyeti”ne gidişat artık, demokrasilerin asla alışmayacağı ve asla alışamayacağı bir rotaya doğru sürüklenmektedir.
Hürriyet, 7.6.2008
|