ANAYASA Mahkemesi’nin kararını alkışlamak veya eleştirmek mümkün. Ama kurumlara ve topluma yön veren tarihsel dinamiklere bakmak daha ufuk açıcıdır. Bu açıdan gözüken gerçek, ordu, yargı ve CHP’nin rejim konusunda benzer önceliklere sahip bir “tarihsel blok” oluşturduklarıdır.
Celal Bayar’ın Kayseri Cezaevi Günlüğü‘ne yazdığı 26 Ekim 1963 tarihli not ilginçtir:
“Anayasa Mahkemesi, ‘Yassıada Divanı’nın biraz daha mutedil devamından başka bir şey değildir...”
Bayar notlarında Yassıada’daki hukuk anlayışının Yargıtay’a da hâkim olduğunu yazar. Yassıada’daki İhtilal Mahkemesi’nin Yargıtay hâkimlerinden oluştuğunu, İhtilal Mahkemesi’nin Başkanı olan Salim Başol’un Anayasa Mahkemesi üyesi yapıldığını hatırlatır. Hakkında devam eden davalarda adalete nasıl güvenebileceğini sorar! (Sf. 151)
İlginçtir, o zaman Yargıtay, Celal Bayar’dan “Sayın” diye bahseden Zafer gazetesi yazarının mahkûm edilmesini onaylayacaktı!
Anayasa Mahkemesi de 27 Mayıs’ı eleştirmeyi suç sayacaktı! (K: 1963/83)
‘Tarihsel blok’
Bugünkü Türkiye’de ordu, yargı ve CHP arasında organik bir ilişkiyi vehmetmek bile zırvadır. Ama dünya görüşü ya da rejime ilişkin öncelikleri bakımından bu üç kurum arasında önemli fikri örtüşmeler var.
Tarihten geliyor bu...
Bundan başka bir “tarihsel blok” daha var: Terakkiperver ve Serbest Fırka’dan Demokrat Parti’ye, Adalet Partisi’ne, Özal’ın ANAP’ına, bugün AKP’ye uzanan ve halka dayanan, liberallerin de desteklediği bir tarihsel blok.
Özelleştirme kararlarına bakın, 312. ve 301. maddelerle ilgili tartışmalara bakın, 367 kararına bakın, parti kapatmalara bakın, Anayasa Mahkemesi’nin son kararına bakın: Birinci blok alkışlıyor, öbür blok, AKP ve MHP dahil, eleştiriyor!
İster sosyoloji diliyle merkez-kenar çatışması deyin. İster siyaset bilimi diliyle cumhuriyetçi-demokrat çatışması deyin. İsterseniz İdris Küçükömer, Erol Güngör, Şerif Mardin, Nilüfer Göle gibi daha ince analizler yapın.
Tablo budur! Sorun da budur!
Bu sebepledir ki sorun hukuki olduğu kadar siyasidir. Yargı kararları saf hukuki değildir, siyasi tercihi de içermektedir.
Modernleşme sürecinde
Ve devlet odaklı elitlerin beklentisinin aksine, modernleşme süreci geliştikçe demokrasi tartışması büyüyor. Çünkü şehirleşme, eğitim, meslekleşme gibi dinamiklerle “kenar”daki “faso fiso vatandaşlar” okuyarak, iş tutarak yükseliyorlar, “Merkez”de yer almak, eşit olmak istiyorlar. Bunun için demokrasiye, liberal değerlere sarılıyorlar.
Türkiye’de liberal aydınların politik bir güç haline gelmesinin sebebi bu sosyolojik dinamiktir.
Öbür “blok” bu gelişmeyi “Eyvah, kız büyüdü, laf dinlemiyor” diyen otoriter baba gibi, rejimin elden gitmesi sanıyor! “Laikliği özgürlüğe kıydırmamak” gibi içi boş şiirsel laflarla laikliği gittikçe daraltıyor! Piyasa ekonomisini, demokrasiyi, fikirlerin serbest rekabetini kısıtlamaya çalışıyor.
Halbuki bize çok benzeyen Fransız tecrübesi göstermiştir ki, cumhuriyet de laiklik de demokratikleşerek, liberalleşerek kapsama alanını genişletebilir; ancak o takdirde toplumsal enerji kavgadan gelişmeye yöneltilebilir. O zaman merkez-kenar duvarları kalkar; yargı da liberal demokrasiyi içine sindirir.
Bazen yol kazaları olsa da Türkiye’nin yolu oraya gidiyor, oraya gidecek.
Milliyet, 7.6.2008
|