Genel olarak siyaset ya da idare sorun üretir, bu sorunu da yargı çözer.
Bu defa tersi oldu.
Yargı sorun üretti.
Anayasa hukukçularının da vurguladığı gibi, Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın emredici hükmünü yok saydı. Kendini yasamanın yerine geçirdi.
Anayasa’nın 148’inci maddesine göre Anayasa Mahkemesi “Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler.”
Oysa Anayasa Mahkemesi esasa girdi ve Anayasa değişikliğini iptal etti.
Bir anlamda Anayasa Mahkemesi bir “Anayasa Krizi” üretti.
Olaya daha geniş bir açıdan bakarsak, milletvekili olmakla olmamak arasında artık fazla fark yok.
Yasama yargının yerine geçmiş durumda.
Bu noktada bir gerçeği saptayalım.
Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını bir üst mahkemeye taşıyıp, temyiz etme imkanı yok.
Kararı kabul etmemek imkanı yok yani.
Erken seçim yolu
İşte bu noktada “siyaset” in devreye girmesi ve Türkiye’nin daha derin bir krize girmemesi için, aklın bütün yollarını üretmesi gerekiyor.
(...)
Yeni bir Anayasa yapmak için de tren kaçtı artık.
Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı ile “demokrasi” ve “laiklik” birbirlerinin alternatifi konumundalar.
Şimdi siyasete düşen, bu iki unsuru yeniden bir araya getirip, kaynaştırmak ve birbirlerinden ayrılmaları mümkün olmayan bir bütün haline getirmektir.
Belli ki AK Parti’yi kapatmak, şimdi daha kolaylaştı.
DTP zaten “kapatılabilir” bir parti...
Fazla ileri giderlerse MHP de kapatılabilir.
Anayasa değişikliğinin iptali, zaten MHP’ye de bir uyarı değil mi?
Tablo bozuldu
Acaba bir siyasi çözüm “erken genel seçim” midir?
Bu seçimin sonucunda oluşacak yeni TBMM yapısı izin verirse, ondan sonra demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa yapmak mı gündeme getirilmelidir?
Madem temsili demokrasi dolayısıyla TBMM’nin sahip olması gereken “ulusal egemenlik” şimdilik yargıya geçmiş durumda.
Egemenliğin doğrudan sahibine gitmek, bir çözüm olamaz mı?
Siyaset gerçekçilik gerektirir.
Bu tablo bozuk bir tablodur.
Sadece tepki göstermek, tabloyu ve dolayısıyla istikrarı daha da fazla bozacaktır.
Geçmiş rejim krizleri ile tarih zemininde zaten sürekli patinaj yaptık.
Sorunlarımıza çözüm üretmek yerine, “sorunlar stoku”muzu büyüttük.
Uzlaşmalar yerine gerginlikleri seçtik.
1920’lerde neleri konuşuyorsak, 2000’li yıllarda da tartışma konularımız aynı.
“Değişim” Ankara Kalesi’nin surlarını aşamıyor.
Artık farklı davranmayı denememiz gerekmiyor mu?
Eski Demir Perde ülkeleri Avrupa Birliği üyesi şimdi.
Komünist Çin dünya ticaretinin baş aktörü oldu.
Kuzey Irak Kürtleri devlet kurmak üzere.
Amerika’da bir siyah derili en güçlü Başkan adayı.
Ve Türkiye’de hala “demokrasi rejimi tehdit ediyor” içerikli bir gündeme bağlı yaşıyoruz.
Veya isterseniz AK Parti ile DTP’nin de kapatılmalarını bekleyelim.
Seçmeni temsilsiz bırakalım, AB ile ipleri kopartalım.
Ve birilerine kızıp tepki göstererek bundan sonraki hayatımızı da, geçmişteki hayatımıza benzetelim.
Bu bir çözüm olabilir mi size göre?
Sabah, 7.6.2008
|