Anayasa Mahkemesi, başörtüsü yasağını kaldırmaya yönelik anayasa değişikliğini iptal etti.
Mahkemenin açıklaması malum:
“Anayasa değişikliği Anayasa’nın 2., 4., ve 148. maddeleri uyarınca iptal edilmiştir…”
Ne demektir bu?
148 maddeden başlayalım.
Madde şöyle:
“Anayasa Mahkemesi (…) anayasa değişikliklerini sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Kanunların şekil bakımından denetlenmesi (…) Anayasa değişikliklerinde (…) teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır…”
Hukukçu olmaya gerek yok…
Söz konusu anayasa değişikliğinde teklif ve oylama çoğunluğu sorunu olmadığına göre, Anayasa Mahkemesi kendi yetki sınırlarını aşmıştır, dahası anayasanın 148. maddesini ihlal etmiştir.
Zira Anayasa Mahkemesi denetimi esas açısından yapmıştır…
Nitekim Anayasanın “Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti” olduğu belirtilen 2. Maddesi ile bu maddeyi değiştirilemez hükümler arasında sayan 4. Maddesine göre iptal kararı vermek, esas açısından yapılan bir denetime işaret eder…
Anayasa göre Anayasa Mahkemesi böyle bir işlem yapamaz, bu işleme gerekçe uyduramaz, bu konuda içtihad üretemez…
Geriye tartışacak ne kalıyor?
Karar siyasidir.
Karar “Anayasa Mahkemesi’nin kendisini TBMM’in yerine koyması, kurucu iktidar ilan etmesi anlamına gelmekte”dir.
Buna göre açıktır ki, bu ülkede Anayasa Mahkemesi’nin kabul etmeyeceği hiç bir anayasa değişikliği yapılamaz…
Bu düzeni istediğiniz gibi adlandırırsınız ama buna demokrasi adını veremezsiniz…
Yasamanın hacir altında olduğu bir düzen olsa olsa bir vesayet düzeni, bir yargıçlar hükümetidir…
Denetlemek ve uygulamakla yükümlü yargı kurumu kanun benim, kanunu ben koyarım derse,
Demokrasinin en temel ilkesini, kuvvetler ayrımı ilkesini alt üst eder.
Olan bu…
Olan ve düzen buysa, yargıç bizzat kanunun yerine geçiyorsa, yarın ne olacağını, AK Parti’nin kapatılma davasının adil bir şekilde görülüp görülmeyeceğini de tartışmaya gerek yoktur…
Gerek bu köşede gerek başka yerlerde onlarca kez tekrar edildi…
Türkiye “yargısal bir darbe süreci” yaşıyor.
Yaşanan değişim sürecine, yasama faaliyetine, siyasi alana yönelik imha edici ve gayri meşru girişimler hukuk ve yargısal kurumlar üzerinden meşrulaştırılarak adeta bir ihtilal hukuku mantığı üzerinden yürütülüyor.
Bu işe girişenlerin amacı açık bir şekilde “vesayetçi devlet modeli”ni korumaktır.
“Devletin siyaset üzerinde tahakküm ve denetim kurduğu bir anlayışı ihya etmek”tir.
Bu çerçevede yargı açık ve keyfi bir biçimde devlet ideolojisini koruma işini üstlenmiş, verdiği muhtıralar sonuçsuz kalan ve meşruiyeti azalan askerin bile önüne geçmiştir.
Bir kast sistemi, demokrasiyi ayrıcalık düzeni sanan, bir yaşam biçimi ve insan tipinin hükümranlığı sanan anlayış bir adım öne geçti…
Evet, Türkiye ters ilişkilerin ülkesidir…
Siyasi yetersizlik, yozlaşma, ideolojik takıntı, toplumu kutuplaştırma, demokrasi karşıtlığı gibi unsurların hemen hepsini temsil eden güçler, aynı unsurlara dayanarak başkalarından hesap soruyorlar.
Ülkeyi krize sokuyor, ancak o başkalarını krizin sorumlusu haline getiriyorlar.
Demokrasi kurallarını temsil edenler, demokrasinin altını oydukları iddiasıyla bu rejim güçlerinin nobran eylemleriyle karşı karşıya kalıyorlar.
Geçen bir adım öne geçti ama daha atılacak adım çok…
Ve bu yeni değil…
Türkiye buna rağmen, bunlara rağmen, bu zihniyete rağmen yol alıyor ve alacak…
Yeni Şafak, 7.6.2008
|