Sevgili okuyucular, bu hafta sizinle ‘irtica’ üzerine sohbet etmek istiyorum. Bu ilk satırını okuyunca yüzünüzü ekşittiğinizi görür gibi oluyorum. Merak etmeyiniz, size her gün işittiğiniz malûm teraneleri tekrar edecek değilim.
Anlatacaklarım, bambaşka bir tarihî perspektiften olacak.
100 yıllık istismar: İrtica
Efendim, irtica üzerinden siyaset denilince ilk akla gelen, popülist politikacıların halkın dinî duygularını istismar ederek oy toplaması ve iktidara gelmesi oluyor. Halbuki, yüz yıllık tarihimize dönüp şöyle bir baktığımızda, din istismarcısından çok daha fazla ‘irtica istismarcısı’ olduğunu ve irtica tâcirliğinin din tâcirliğinden daha kârlı bir iş olduğunu görürsünüz.
‘İrtica’ kavramı, siyasî literatürümüze, bundan tam 100 yıl önce ‘31 Mart Vakası’ ile girmiştir. İttihatçıların irtica konusundaki gayretkeşliği o dereceye ulaşmıştır ki, günümüzdeki jakoben tâifesine parmak ısırtacak hâle gelmiştir.
1909 İstanbulu’nda en büyük suç ‘irtica’, en büyük suçlu ise ‘mürteci’ (irticacı, gerici) kabul edilmiştir. Öyle ki, o yıllarda evlâdını kaybeden Şair Eşref, gâmını def etmek için şu beyiti yazmıştı:
‘Dolanıp durma derûnumda Ey gâm
Yoksa seni mürteci diye ihbar ederim’.
31 Mart vakası ve irtica
Efendim, İttihat ve Terakki Cemiyeti, 19. asrın pozitivizminin tesirinde olan, bir kısım sathî yarı aydınla halâskâr zabitlerden meydana geliyordu. Bu kişiler, hiç şüphesiz vatansever idiler. Lâkin bu vatanseverlikleri, altı asırlık koskoca Cihan Devleti’ni birkaç senede tarihe gömmelerine mâni olamadı. 1908’de çok istedikleri II. Meşrutiyet’in ilânı da iktidar hırslarını tatmin etmemişti.
Devletin devamında bir denge unsuru olan II. Abdülhamid’i tahttan indirmeye kararlıydılar.
Bunun için, önce hâkim oldukları 3. Ordu’dan, kendilerine bağlı ‘Avcı Taburları’nı kurarak İstanbul’a yerleştirdiler. Taşkışla ya yerleştirilen bu birlikler sözümona Padişah’ın ‘irticacı’ birliklerine karşı çıkacaktı. Oysa, tam aksi oldu. Avcı Taburları, 31 Mart’ta isyan ettiler. İttihatçıların teşkil ettiği ünlü Hareket Ordusu, İttihatçıları yerleştirdiği Avcı Taburları’na karşı hareket etti. Bu olay da, kurgulanmış tarihimize ‘ilk irtica olayı’ olarak geçti.
Halbuki, militarist ve zorba İttihatçılar, irtica bahanesiyle mutlak iktidarlarını kurmuşlardı.
TCF’nin kapatılması
Efendim, İttihatçı gelenek, ne yazık ki Cumhuriyet Dönemi’nde de Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Merkez-i Umumî Cuntası olarak devam etti. CHF’nin mutlak iktidarını devam ettirmenin en kestirme yolu ‘irtica’ iddialarıydı.
1924’de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Partinin kurucuları arasında, Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalar ile eski başbakan Rauf Orbay ve eski bakan Dr. Adnan Adıvar gibi itibarlı isimler vardı. TCF, kısa zamanda halkın sevgilisi hâline geldi. Eğer demokratik seçimler yapılabilmiş olsaydı, iktidara gelmesine muhakkak nazarıyla bakılıyordu. TCF, cumhuriyetçi, liberal ve demokrasiden yana bir partiydi.
Şeyh Sait İsyanı’nı bahane eden CHF yönetimi ‘Tahrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkararak İstiklâl Mahkemeleri kurdurdu. Buna karşı şiddetle muhalefet eden TCF ise, 3 Haziran 1925 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı. Kararın gerekçesinde, TCF programının 6. maddesindeki ‘Düşünceye ve dinî inançlara saygılı’ olma ibaresi gösterilerek ‘irtica’ iddiası yer alıyordu. Oysa, TCF programında irticaya karşı olunduğu açıkça yazılıydı.
Kısaca, CHF iktidarı, irtica üzerinden siyaset yaparak rakibini ortadan kaldırmıştı.
SCF komedisi
Efendim, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın trajikomik bir hikâyesi vardır. Atatürk, 1930’larda Batı’daki çok partili demokratik rejimden ve tek parti yönetimi tenkitlerinden etkilenmiş; ayrıca CHF’yi denetleyen bir başka partinin kurulması gerektiği sonucuna varmıştı. 12 Ağustos 1930 tarihinde bizzat kendi isteğiyle yakın arkadaşı Fethi Okyar’a partiyi kurdurttu ve adını ‘Serbest Cumhuriyet Fırkası’ koydu. Fırka, liberal, lâik ve cumhuriyetçi bir fırka olacaktı. Nitekim de böyle oldu.
Lâkin, bu bir bakıma ‘sarı parti’ denilebilecek fırkayı halk çok ciddiye aldı. Parti kısa zamanda halk tarafından benimsendi. Ancak, Fethi Bey’in 4 Eylül 1930 tarihindeki İzmir seyahati, sonun başlangıcı oldu. Fethi Bey’i İzmir’de 100 bin kişi karşıladı. Buna tahammül edemeyen CHF olay çıkardı.
İşin ilginç olan yanı, CHF’li yetkililerin ve yazarların SCF’yi de ‘irtica’ ile suçlamalarıydı. Neticede, Fethi Bey, sadece 97 gün yaşatabildiği partisini 17 Kasım 1930 tarihinde feshetmeye mecbur olmuştu.
Lâkin, bu defa irtica iddiaları mesnetsiz kalmıştı. Derken, bir ay kadar sonra 24 Aralık’ta Menemen Olayı ortaya çıktı. Bir avuç esrarkeş sarhoş Menemen’de olay çıkarıp asteğmen Kubilay’ı şehit etmişti. Artık, istimi arkadan gelse de, aranan ‘irtica olayı’ da bulunmuştu. Menemen Olayı, günümüzde bile mütedeyyin kitleler üzerinde âdeta bir başa kakma vesilesi olarak kullanılmaktadır.
DP de gerici ilân edilmişti
Efendim, 14 Mayıs 1950 seçimleriyle Demokrat Parti iktidara geldi. Zira, artık suyu tersine akıtmanın imkânı kalmamıştı. DP, bir ‘halk ihtilâli’ denebilecek mahiyette önemli değişikliklere imzasını atmıştı; bu arada vaat ettiği gibi, ezanı aslına göre okutmaya başlamıştı.
Ancak, DP’nin asıl ‘suçu’, arka arkaya üç defa seçim kazanmasıydı. Millî Şeflik Dönemi’ndeki saltanatın tadına doyamayan CHP’nin bu suçu affetmesi mümkün değildi. 27 Mayıs Darbesi’nden sonra Demokratlar ‘gerici’ ilân edildiler. İrtica, bir defa daha siyasî iktidarın bahanesi olmuştu.
(...
İrtica istismarcıları
Sevgili okuyucular, din istismarı kadar zararlı bir istismar çeşidi de ‘irtica istismarı’dır. Türkiye’deki oligarşik zihniyet, siyasî rakiplerini ortadan kaldırarak tahakkümünü devam ettirebilmek için hep irtica iddialarını kullanmış ve maalesef genellikle başarılı olmuştur.
Oynanan oyun açıkça ortadadır: ‘Lâiklik elden gidiyor, şeriat devleti kuruluyor’ diye bağıracak; ordudaki darbeci odakları ve siyasallaştırılmış yargıyı provoke edecek; böylece siyasî rakiplerinizi ortadan kaldıracaksınız.
Sizin anlayacağınız, ‘İrtica bahane, iktidar şahane’ olacak vesselâm...
Radikal, 25.5.2008
|