YARGI bağımsızlığı Türkiye’de sürekli tartışılan bir sorun. Ama bir de, yüksek yargıçların pek dile getirmediği çok önemli bir sorun daha var: Yargının tarafsızlığı sorunu. Yargıtay Onursal Başkanı Osman Aslan’a göre, “Yargı bağımsızlığı ve hâkim teminatı, yüksek mahkemeler yönünden tam anlamıyla mevcuttur. Ancak yerel mahkemeler için bağımsızlık ve hâkim teminatında eksiklikler vardır.” (Radikal, 14 Şubat 2006)
Demek ki, yargının bağımsızlığı sınırlı bir sorundur ve Sayın Aslan’a göre, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) bünyesinde yürütme organını dışlayarak bu sorun çözülebilir.
Çözülür mü? Kendi yönetimi ve denetimi tamamen kendisine bırakılmış bir yargı sistemi doğru bir çözüm müdür?
Bunun bir örneğini, Van Savcısı Ferhat Sarıkaya hakkında HSYK’nın verdiği meslekten ihraç kararında gördük. Yargıyı devrimlerin bekçisi olarak daima destekleyen Sayın Oktay Ekşi de Kurul’un bu vahim kararını “yargı bağımsızlığına vurulmuş çok ağır bir darbe”, hatta “yedi cihan bir araya gelse beceremeyeceği kadar ağır” bir darbe olarak nitelemişti haklı olarak. (Hürriyet, 22 Nisan 2006)
DEMOKRATİK MEŞRUİYET?
Tamamen yargıçlarından oluşacak bir yargı idaresi bu şekildeki tasarruflarıyla adalet üzerinde “Demokles’in kılıcı” olarak işlev yapabileceği gibi, “meslek dayanışması” duygusuyla denetim yetersizliğine de sebep olabilir. “Kontrolsüz güç yozlaşır” kaidesi yargıda da geçerlidir. Türkiye bu sorunları yaşamıştır!
Onun için “yargı bağımsızlığı” kavramı asla “yargıçlar oligarşisi” gibi anlaşılmamalıdır. Nitekim bütün demokrasilerde bu tür kurullara parlamentolar ve hükümetler sınırlı sayıda üyeler gönderir. Zira denge, denetim ve tarafsızlık gibi prensipler ancak kurulların iç çeşitliğiyle mümkündür. “Yargının demokratik meşruiyeti” felsefesi de bunu gerektirir.
Yargı oligarşisi ancak “yargıçlar devleti”nde olabilir, “hukuk devleti”nde olamaz.
Biz de artık “yargı bağımsızlığı” kavramını bu çağdaş anlayışla tartışmak zorundayız. (Bkz. Prof. Kemal Görmez, Türk Anayasa Hukuku, sf. 854 vd.)
NASIL TARAFSIZLIK?
Bence daha önemli sorun, yargının tarafsızlığı alanındaki problemlerdir. Bunu hem yargının yaşadığımız çağın hukuki değerlerini benimsemesi, hem siyasi ve ideolojik tarafsızlığı anlamında kullanıyorum.
İki dönem AİHM’de yargıçlık yapan Sayın Rıza Türmen, 301. madde konusunda, yargıçlarımızın ve tabii Yargıtay’ın tavrını “Türkiye’deki hâkimlerde daha çok devleti koruma içgüdüsü, Avrupa’dakilerde ise daha çok bireyin düşüncesini koruma anlayışı var” diyerek eleştirmiştir. (Sabah, 31 Ekim 2006)
Yargının bu tutumu “devlet”i korumamış, aksine ciddi diplomatik sıkıntılara sokmuştu. Ülke içinde de gerilimler yaşanmıştı.
Sayın Sabih Kanadoğlu’nun görevde olduğu dönemde ve onun liderliğinde yargı müthiş bir siyasi savaşa girmiş, açıkça siyasi kararlar vermişti. Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk, bir doktora tezi kalitesindeki ilmi makalesinde “Yargıtay kararı hukukun temel ilkelerini yıkmıştır” diye yazmış, Yargıtay’ın kararını “Dreyfus kararı” olarak nitelemiştir. (Sami Selçuk, Özlenen Hukuk, sf. 234 vd.) Örnekleri sayıp dökmeye gerek yok; sadece bir cümle: Vicdanlar yargının tarafsızlığı konusunda yeterince rahat mı?
Milliyet, 23 Mayıs 2008
|