Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun bildirisini birçok bakımdan içime sindirebilmiş değilim.
Yargıya dönük olarak içte ve dışta yapılan bazı eleştirilerden rahatsızlık duyabilirler. Bazı yakınmalarında da haklılık payı olabilir.
Hepsi mümkün. Tepki göstermek de haklarıdır.
Ancak, geçen gün yayınlamış oldukları bildiri bu çerçevenin ya da makul olanın dışına taşmıştır. Hem de fazlasıyla...
Yargıtay Başkanlar Kurulu, hukuki değil siyasi bir tutum almıştır. Taraf olmaması gereken bir konuda taraf olmuştur.
Bir başka deyişle: AKP’nin kapatılmasına ilişkin iddianameye sahip çıkmıştır. Ve burada tarafsızlık sona ermiştir.
Anayasa’nın 138. maddesini okuyun. ‘Mahkemelerin bağımsızlığı’yla ilgili başlığın altında, “tavsiye ve telkinde” bulunmanın anayasaya aykırılığı açıkça belirtilir.
Yargıtay Başkanlar Kurulu, muhtıra benzeri böyle bir açıklamayı yaparken Anayasa’nın 138. maddesini görmezlikten mi geldi?.. Tarafsızlığın anayasal bir ilke olduğunu unuttu mu?..
Siyasi değil hukuki tavır almaları gerektiğini kendilerine hatırlatan Sayın Yargıçlar yok muydu aralarında?..
Bilemiyorum.
Ama şunda hiçbir kuşkum yok:
(1) Yargıtay Başkanlar Kurulu bu bildirisiyle demokrasi dersinden kırık not almıştır.
(2) Bu bildiriye demokrasi ve hukuk devleti adına kırmızı kart gösterilmesi gerekir.
Eğer söz konusu olan demokratik hukuk devleti ise, böyle bir bildiri bunun çerçevesine oturmaz.
Ne kadar uğraşsanız bu olmaz. Demokrasiye sığmaz bu bildiri. Böyle bir bildiriye ancak yargıçlar devleti veya yargı oligarşisi diye tarif edilen devlet düzenlerinde rastlanır.
Oysa, demokrasilerde yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı esastır. Ama yargı, Yargıtay Başkanlar Kurulu bildirisindeki gibi hukukun ve anayasanın gerektirdiği tarafsızlığı bir yana bırakabiliyorsa...
Ama yargı, hukuki değil siyasi tutum alabiliyorsa... Ama yargı, 2003-2004 örneğindeki darbe tertipleri karşısında sessiz kalabiliyorsa... Ama yargı, hakkında darbe iddiaları olan emekli askerlere dokunamıyorsa...
Ama yargı, ‘asker muhtıraları’ konusunda boynu bükük davranıyorsa...
Ama yargı, hem bağımsızlıktan söz edip hem Şemdinli davası örneğindeki gibi bir üyesini meslekten ihraç edip avukatlık bile yapamaz hale getirebiliyorsa... Ama yargı, askeri darbelerin idamlarını savunabilen üyeleri hakkında ses bile veremiyorsa...
O zaman o yargı, lütfen söyler misiniz, ne kadar tarafsızdır, ne kadar bağımsızdır?
O yargı ne kadar yargıdır? O hukuk ne kadar hukuktur?
Lütfen bir şey söyleyin. Türkiye’de 2002 yılı sonundan beri yaşanmakta olan kavganın özünde demokrasi yatıyor.
Bunu yazın bir tarafa. Ve hiç unutmayın.
AKP’yi kapatmak bu zincirin halkalarından biridir. Bu ülkede demokrasinin ikinci sınıflığa, üçüncü sınıflığa mahkum edilmesi ve Türkiye’yi AB yolundan saptırılmasıdır gündemde olan.
Bu açıdan 2002 sonundan beri birçok duraktan geçildi. 2003-2004 darbe tertipleri, siyasal cinayetler, bombalar, Cumhuriyet mitingleri, 367, 27 Nisan Muhtırası, şimdi de kapatma davası...
Bu süreç, -adına isterseniz darbe süreci de diyebilirsiniz- kendi içinde bütünlüğü olan bir süreçtir.
Tuzak demokrasiye kuruluyor. AKP’yi sevmeyebilirsiniz. Politikalarına karşı çıkabilirsiniz.
Türbanıyla, başörtüsüyle, muhafazakâr yaşam tarzına dönük anlayışıyla, demokrasi ve laikliğe bakışıyla yüzde yüz hem fikir olmayabilirsiniz.
Kaygı duyabilirsiniz. Bütün bu konularda benim de eleştirilerim, farklı bakış açılarım, çekince ve şikayetlerim var.
Ama şunu yine not edin: AKP’ye karşı mücadelenin kapatma davalarıyla değil, demokrasi dışı müdahalelerle değil, demokrasi içinde kalarak, son tahlilde halkın hakemliğiyle, milletin oyuna başvurularak yapılması gerektiğine inanıyorum.
İktidara seçimle gelinir, seçimle gidilir demokrasilerde
Tersi, maceradır. Tersi, Türkiye’yi krize sürükler.
SON DAKİKA: Yukarıdaki yazıyı noktaladıktan sonra, dün akşamüstü bu kez Danıştay bildirisi geldi. Bu konuya yarın değineceğim.
Milliyet, 23 Mayıs 2008
|