|
|
|
Demokrasi dersinden yargıya kırık not! |
Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun bildirisini birçok bakımdan içime sindirebilmiş değilim.
Yargıya dönük olarak içte ve dışta yapılan bazı eleştirilerden rahatsızlık duyabilirler. Bazı yakınmalarında da haklılık payı olabilir.
Hepsi mümkün. Tepki göstermek de haklarıdır.
Ancak, geçen gün yayınlamış oldukları bildiri bu çerçevenin ya da makul olanın dışına taşmıştır. Hem de fazlasıyla...
Yargıtay Başkanlar Kurulu, hukuki değil siyasi bir tutum almıştır. Taraf olmaması gereken bir konuda taraf olmuştur.
Bir başka deyişle: AKP’nin kapatılmasına ilişkin iddianameye sahip çıkmıştır. Ve burada tarafsızlık sona ermiştir.
Anayasa’nın 138. maddesini okuyun. ‘Mahkemelerin bağımsızlığı’yla ilgili başlığın altında, “tavsiye ve telkinde” bulunmanın anayasaya aykırılığı açıkça belirtilir.
Yargıtay Başkanlar Kurulu, muhtıra benzeri böyle bir açıklamayı yaparken Anayasa’nın 138. maddesini görmezlikten mi geldi?.. Tarafsızlığın anayasal bir ilke olduğunu unuttu mu?..
Siyasi değil hukuki tavır almaları gerektiğini kendilerine hatırlatan Sayın Yargıçlar yok muydu aralarında?..
Bilemiyorum.
Ama şunda hiçbir kuşkum yok:
(1) Yargıtay Başkanlar Kurulu bu bildirisiyle demokrasi dersinden kırık not almıştır.
(2) Bu bildiriye demokrasi ve hukuk devleti adına kırmızı kart gösterilmesi gerekir.
Eğer söz konusu olan demokratik hukuk devleti ise, böyle bir bildiri bunun çerçevesine oturmaz.
Ne kadar uğraşsanız bu olmaz. Demokrasiye sığmaz bu bildiri. Böyle bir bildiriye ancak yargıçlar devleti veya yargı oligarşisi diye tarif edilen devlet düzenlerinde rastlanır.
Oysa, demokrasilerde yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı esastır. Ama yargı, Yargıtay Başkanlar Kurulu bildirisindeki gibi hukukun ve anayasanın gerektirdiği tarafsızlığı bir yana bırakabiliyorsa...
Ama yargı, hukuki değil siyasi tutum alabiliyorsa... Ama yargı, 2003-2004 örneğindeki darbe tertipleri karşısında sessiz kalabiliyorsa... Ama yargı, hakkında darbe iddiaları olan emekli askerlere dokunamıyorsa...
Ama yargı, ‘asker muhtıraları’ konusunda boynu bükük davranıyorsa...
Ama yargı, hem bağımsızlıktan söz edip hem Şemdinli davası örneğindeki gibi bir üyesini meslekten ihraç edip avukatlık bile yapamaz hale getirebiliyorsa... Ama yargı, askeri darbelerin idamlarını savunabilen üyeleri hakkında ses bile veremiyorsa...
O zaman o yargı, lütfen söyler misiniz, ne kadar tarafsızdır, ne kadar bağımsızdır?
O yargı ne kadar yargıdır? O hukuk ne kadar hukuktur?
Lütfen bir şey söyleyin. Türkiye’de 2002 yılı sonundan beri yaşanmakta olan kavganın özünde demokrasi yatıyor.
Bunu yazın bir tarafa. Ve hiç unutmayın.
AKP’yi kapatmak bu zincirin halkalarından biridir. Bu ülkede demokrasinin ikinci sınıflığa, üçüncü sınıflığa mahkum edilmesi ve Türkiye’yi AB yolundan saptırılmasıdır gündemde olan.
Bu açıdan 2002 sonundan beri birçok duraktan geçildi. 2003-2004 darbe tertipleri, siyasal cinayetler, bombalar, Cumhuriyet mitingleri, 367, 27 Nisan Muhtırası, şimdi de kapatma davası...
Bu süreç, -adına isterseniz darbe süreci de diyebilirsiniz- kendi içinde bütünlüğü olan bir süreçtir.
Tuzak demokrasiye kuruluyor. AKP’yi sevmeyebilirsiniz. Politikalarına karşı çıkabilirsiniz.
Türbanıyla, başörtüsüyle, muhafazakâr yaşam tarzına dönük anlayışıyla, demokrasi ve laikliğe bakışıyla yüzde yüz hem fikir olmayabilirsiniz.
Kaygı duyabilirsiniz. Bütün bu konularda benim de eleştirilerim, farklı bakış açılarım, çekince ve şikayetlerim var.
Ama şunu yine not edin: AKP’ye karşı mücadelenin kapatma davalarıyla değil, demokrasi dışı müdahalelerle değil, demokrasi içinde kalarak, son tahlilde halkın hakemliğiyle, milletin oyuna başvurularak yapılması gerektiğine inanıyorum.
İktidara seçimle gelinir, seçimle gidilir demokrasilerde
Tersi, maceradır. Tersi, Türkiye’yi krize sürükler.
SON DAKİKA: Yukarıdaki yazıyı noktaladıktan sonra, dün akşamüstü bu kez Danıştay bildirisi geldi. Bu konuya yarın değineceğim.
Milliyet, 23 Mayıs 2008
|
Hasan CEMAL
24.05.2008
|
|
|
Yargıtay Şemdinli’de ne yaptı? |
(...) Aslında... Hukukun siyasallaştırılmasına o kadar çok alışmaya başladık ki hukuk devletlerinde olmayacak türden gelişmeleri bile siyasal konjonktüre göre anlamaya çalışıyoruz... Toplumun ve devletin hukuksal sağlığını berhava edebilecek bir durumun kendini değil de, siyasal satranç noktasındaki duruşunu tartışıyoruz.
Ben, 28 Şubat sürecinde yüksek yargıdan gelen ‘hukuk’ adına hiçbir tepkiye rastlamadım.
Şimdi ‘kapatma’ davası iddianamesine taraf olanların, Van savcısının Şemdinli’deki olaylarla ilgili bir iddianame yazdığı için hayatı siyasal iktidar tarafından karartılırken bir tepki gösterdiğini de anımsamıyorum.
İddianamenin makbulü, AK Parti’nin kapatılmasını isteyen midir?
* Saymaya devam edelim mi? 27 Nisan muhtırası, anayasal bir suçtu. Yargının ‘hukuk adına’ bunu mahkum ettiğine de şahit olmadım.
Türkiye’de ‘çift başlı yargı’ var... Birbirine paralel iki yargı; biri sivil, diğeri askeri... Askeri Danıştay, Askeri Yargıtay... Buna, ‘doğal hakim’ ilkesine özenli hiçbir gerçek hukuk devletinde rastlayamazsınız. Buna ait eleştiriler de duymadım.
* Geçmişte... ‘Karanlık dünya’ ile yargı yönetiminde üst düzey görev yapan kimi insanlar arasında karanlık ilişkiler olduğundan dem vuruldu... İddialar öne sürüldü.
Rahatsız edici gelişmeler yaşandı. O sırada da, iddiaları deşmeye yönelik bir hamle söz konusu edilmedi, hukukun saygınlığını koruyan hışımlı bir süreçten yana tavır alınmadı. İddiaların üstü örtüldü... Soruşturularak çürütülmedi.
* Biz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde en çok yargılanan ve mahkum olan ülkeyiz.
Neden? Çünkü bizde hukuksal sistem, ‘evrensel hukuktan’ çok farklı bir şekilde işlemekte.
‘Hukuktan yana’ bir yargıyı bu da çok rahatsız etmez mi? Bu da bağıra bağıra sorgulanması gereken bir büyük yargı zafiyeti değil mi? Düzeltilmesi için canla başla uğraşılacak, gündem maddesi yapılacak, arkası hep kovalanacak bir sorun sayılmaz mı? Hukuk sistemimizde kimsenin bunu sorguladığına denk geldiniz mi, arkasındaki nedenleri didiklediğini işittiniz mi?
* Dahası var... AB süreci olmasa, biz ‘töre cinayetlerine’ indirim uyguluyorduk... Yargı için ‘yaşam hakkı’, töreden daha önemsizdi... Hiç kimse bildiri yayınlamadı. İşkencecilere ceza indirimini de hatırlıyorum. Bunlara ses çıkarılmaz, post modern darbe dönemlerinde cuntacılarla can ciğer kuzu sarması brifingler düzenlenirse, bildirilerin ‘hukuktan yana’ olduğuna mı inanırsınız, siyasal bir refleksi mi akla getirirsiniz?
*Yargıtay, hükümeti... Hükümet, Yargıtay’ı suçluyor. Hatta hükümet Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun açıkça suç işlediğini söylüyor. Hükümetler yargı için dolaylı da olsa ‘suç duyurusu’ yapınca, kim harekete geçer?
Savcıların geçmesi gerekmez mi? Geçmiyorsa, burası nasıl hukuk devleti?
* Aslında, şunu sormak istiyorum... Şemdinli Savcısını iddianame yazdığı için el birliği ile meslekten men eden bir ülkede hukuk var mıdır ki olup biteni ‘hukuk açısından’ değerlendirelim?
Şemdinli Savcısının başına gelenlere aldırmamak ama yüzde 47 oy alan bir partiye karşı açılan kapatma davasının iddianamesine hiperaktif bir şekilde arka çıkmak ne kadar tutarlı, ne kadar inandırıcı, ne kadar hukuksal?
Saygınlık, çifte standart taşımaz... Eh o zaman ne oluyor?
‘Birileri gerilimi artırarak AK Parti’yi kapatma sürecini garantiye almak istiyor’ diyorsunuz...
Star, 23 Mayıs 2008
|
Mehmet ALTAN
24.05.2008
|
|
|
Yargıya dair... |
- Bir davette karşılaştığım genç hanım, “Kanun değişmeden cumhurbaşkanının başörtülü eşi olabilir mi? Kanuna uysunlar” demez mi! Özellikle hemcinslerimin arasında buna çok rastlıyorum. Bazıları, başörtülü kızların üniversitede okumasını, başörtülü hanımların kamu alanında, meselâ Anıtkabir’de bile görünür olmasını, “anayasanın değiştirilemez ilkelerine” aykırı gibi gösterdikçe, onlar da, anayasada veya kanunlarda böyle bir yasak var sanıyor. Oysa yasak, Anayasa Mahkemesi üyelerinin, Danıştay’ın ve askerin, laiklik ilkesini, kendi dünya görüşlerine göre yorumlamasından kaynaklanıyor. Ve şöyle bir tercihle karşı karşıya kalıyoruz: Türkiye’de milletin mi dediği olacak, yoksa askerin ve yargı mensuplarının mı?
- Yargıtay Başkanlar Kurulu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ile Anayasa Mahkemesi’nin bağımsızlığı hususunda titizleniyor. Meclis bu kuruluşlara üye seçerse, bağımsızlık elden gidermiş. Aksine, hem Anayasa Mahkemesi’nin, hem de HSYK’nın hiç değilse bazı üyelerinin Meclis’te belirli bir çoğunlukla seçilmesi doğal. Dünyanın birçok ülkesinde bu uygulama var. Almanya Federal Mahkemesi’nin bütün üyelerini parlamento seçiyor diye, mahkemenin bağımsızlığını kaybettiği söylenebilir mi? Fransa’da 9 üyenin üçünü Cumhurbaşkanı, 3’ünü Meclis Başkanı, üçünü de Senato Başkanı seçiyor. İspanya’da üyelerin 8’i parlamento tarafından 5’te 3 çoğunlukla belirleniyor.
- HSYK, bağımsızlıktan söz ediyor ama, vazifesini yapan Şemdinli Savcısını, bir yerleri rahatsız ediyor diye resen emekliye sevk eden bu kurul değil miydi? “Bombalama olayını, astsubaylar Özcan İldeniz ve Ali Kaya, tek başına gerçekleştirmemiştir; sıralı amirleri de işin içinde olabilir” diye iddianame düzenleyen savcı Ferhat Sarıkaya’nın suçu neydi? Bağımsızlığın teminatı, hâkimlerin atanma şeklinden ziyade, belirli bir süre görevlerinden alınamamasıdır. Zaten, bağımsızlık, tarafsızlık sağlamıyor. Türkiye’de ideolojik tercihler, saklı gizli bağlantılar, kararda rol oynuyor.
- Sahi yeri gelmişken sorayım: Ergenekon kapsamındaki telefon dinlemelerinde ortaya çıktığı gibi, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, Genelkurmay’da Harekât Başkanı’yla görüşmüş müydü? Orhan Tunç’un Ümit Sayın’a söylediği, “TSK artık muhtıra vermeden darbe yapacak. Danıştay, Sayıştay, Yargıtay aracılığıyla mesaj verecekler. Demokrasiyi yıkmak üzere, demokrasinin yöntemlerini kullanan herkes yok edilecek” cümleleri gerçeği mi yansıtıyordu? Acaba, Yargıtay muhtırasıyla şimdi, Genelkurmay’a bir zamanlar verilen sözlerin gereği mi yerine getiriliyor?
Sabah, 23 Mayıs 2008
|
Nazlı ILICAK
24.05.2008
|
|
|
Yargı sorunu |
YARGI bağımsızlığı Türkiye’de sürekli tartışılan bir sorun. Ama bir de, yüksek yargıçların pek dile getirmediği çok önemli bir sorun daha var: Yargının tarafsızlığı sorunu. Yargıtay Onursal Başkanı Osman Aslan’a göre, “Yargı bağımsızlığı ve hâkim teminatı, yüksek mahkemeler yönünden tam anlamıyla mevcuttur. Ancak yerel mahkemeler için bağımsızlık ve hâkim teminatında eksiklikler vardır.” (Radikal, 14 Şubat 2006)
Demek ki, yargının bağımsızlığı sınırlı bir sorundur ve Sayın Aslan’a göre, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) bünyesinde yürütme organını dışlayarak bu sorun çözülebilir.
Çözülür mü? Kendi yönetimi ve denetimi tamamen kendisine bırakılmış bir yargı sistemi doğru bir çözüm müdür?
Bunun bir örneğini, Van Savcısı Ferhat Sarıkaya hakkında HSYK’nın verdiği meslekten ihraç kararında gördük. Yargıyı devrimlerin bekçisi olarak daima destekleyen Sayın Oktay Ekşi de Kurul’un bu vahim kararını “yargı bağımsızlığına vurulmuş çok ağır bir darbe”, hatta “yedi cihan bir araya gelse beceremeyeceği kadar ağır” bir darbe olarak nitelemişti haklı olarak. (Hürriyet, 22 Nisan 2006)
DEMOKRATİK MEŞRUİYET?
Tamamen yargıçlarından oluşacak bir yargı idaresi bu şekildeki tasarruflarıyla adalet üzerinde “Demokles’in kılıcı” olarak işlev yapabileceği gibi, “meslek dayanışması” duygusuyla denetim yetersizliğine de sebep olabilir. “Kontrolsüz güç yozlaşır” kaidesi yargıda da geçerlidir. Türkiye bu sorunları yaşamıştır!
Onun için “yargı bağımsızlığı” kavramı asla “yargıçlar oligarşisi” gibi anlaşılmamalıdır. Nitekim bütün demokrasilerde bu tür kurullara parlamentolar ve hükümetler sınırlı sayıda üyeler gönderir. Zira denge, denetim ve tarafsızlık gibi prensipler ancak kurulların iç çeşitliğiyle mümkündür. “Yargının demokratik meşruiyeti” felsefesi de bunu gerektirir.
Yargı oligarşisi ancak “yargıçlar devleti”nde olabilir, “hukuk devleti”nde olamaz.
Biz de artık “yargı bağımsızlığı” kavramını bu çağdaş anlayışla tartışmak zorundayız. (Bkz. Prof. Kemal Görmez, Türk Anayasa Hukuku, sf. 854 vd.)
NASIL TARAFSIZLIK?
Bence daha önemli sorun, yargının tarafsızlığı alanındaki problemlerdir. Bunu hem yargının yaşadığımız çağın hukuki değerlerini benimsemesi, hem siyasi ve ideolojik tarafsızlığı anlamında kullanıyorum.
İki dönem AİHM’de yargıçlık yapan Sayın Rıza Türmen, 301. madde konusunda, yargıçlarımızın ve tabii Yargıtay’ın tavrını “Türkiye’deki hâkimlerde daha çok devleti koruma içgüdüsü, Avrupa’dakilerde ise daha çok bireyin düşüncesini koruma anlayışı var” diyerek eleştirmiştir. (Sabah, 31 Ekim 2006)
Yargının bu tutumu “devlet”i korumamış, aksine ciddi diplomatik sıkıntılara sokmuştu. Ülke içinde de gerilimler yaşanmıştı.
Sayın Sabih Kanadoğlu’nun görevde olduğu dönemde ve onun liderliğinde yargı müthiş bir siyasi savaşa girmiş, açıkça siyasi kararlar vermişti. Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk, bir doktora tezi kalitesindeki ilmi makalesinde “Yargıtay kararı hukukun temel ilkelerini yıkmıştır” diye yazmış, Yargıtay’ın kararını “Dreyfus kararı” olarak nitelemiştir. (Sami Selçuk, Özlenen Hukuk, sf. 234 vd.) Örnekleri sayıp dökmeye gerek yok; sadece bir cümle: Vicdanlar yargının tarafsızlığı konusunda yeterince rahat mı?
Milliyet, 23 Mayıs 2008
|
Taha AKYOL
24.05.2008
|
|
|
Karşı bildiri |
BİR: Bazılarımızın AKP, bazılarımızın AK Parti dediği parti, Anayasa’yı değiştirme azmini kaybetmiş ve takatsiz kalmışken... “Birkaç demokrat hoca”ya sipariş ettikleri Anayasa taslağına “cıs” diyerek el bile süremiyorken...
Yani ortada fol yok, yumurta yokken... “Şu çılgın Yargıtay”ın, sanki “Anayasa taslağı” yeniden gündeme getirilmiş gibi yapmasını Yüce Türk ulusunun takdirine sunuyorum...
İKİ: Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere en güvercininden en şahinine bütün AKP’liler, Anayasa Mahkemesi’nin kapısında “İşte kuzu kuzu geldim / Dilediğince kapandım dizlerine” şarkısını terennüm ederken ve boyunlar giyotine uzatılmışken... “Şu çılgın Yargıtay”ın, AKP’nin en uysal koyun hallerine zerre kadar prim vermemesini ve sertlik yanlısı bir tutum izlemesini Yüce Türk ulusunun şaşmaz sağduyusuna tevdi ediyorum...
ÜÇ: Yargıtay Başsavcısı, AKP denilen partiyi yerin bin kat dibine sokacak, “Bütün kötülüklerin anası” ilan edecek... Yüce Yargı’dan emekli olmuş bazı onursal zevat da, “Görülmekte olan bir dava” falan dinlemeyerek, Başsavcı ile kol kola girip AKP’ye bindirecek... Ve bütün bu olup bitenlerin ardından da Yargıtay Başkanlar Kurulu, “İddianame” eleştirilerini “Yargıya müdahale” olarak değerlendirecek... İşin bu kısmında ortaya çıkan aleni vicdansızlığı, Yüce Türk ulusunun vicdanına bırakıyorum...
DÖRT: Devletin bir ayağı, devletin başka bir ayağıyla ihtilafını müzakerelerle mi çözer? Yoksa ardı ardına bildiriler yayınlanıp devreye kamuoyu mu sokulur? Eğer kamuoyu devreye sokulacaksa... Kendisine seslenilen vatandaş, böylesi bir ihtilaf karşısında ne yapacak? AKP’ye oy vermekten vazgeçip Yargıtay’a mı oy verecek? O zaman CHP’nin işlevi ne olacak? CHP’nin kendisini feshedip Yargıtay’a katılması hepten imkânsız mıdır? Neyse... En iyisi bu tuhaf soruların sorulmasına zemin hazırlayanları Yüce Türk ulusuna şikâyet etmekle yetinelim...
BEŞ: Fırlayan doları... Düşen borsayı... Artan cari açığı... Anayasa Mahkemesi’ne dolaylı baskıyı... Kurumlar arası dengesizliği... Yargının siyasi konularda taraf olmasını... Hiç ama hiç hesaba katmayan... “Dinci” iktidara karşı “Laik cihat” başlatan “Şu çılgın Yargıtay”ın, ancak “CHP Parti Meclisi”nden çıkabilecek nitelikte bir bildiri yayınlamasını Yüce Türk ulusunun takdirine bırakıyorum...
Hürriyet, 23 Mayıs 2008
|
Ahmet HAKAN
24.05.2008
|
|
|
Güdümlülük |
Yargıtay Bildirisi haber bültenlerinde boy gösterdiği andan itibaren, tepkiler de yağmaya başladı. Hukukçular söylenebilecek her şeyi söylediler. Bu bildiriyle hem kuvvetler ayrılığı ilkesi ihlal edilerek yasamaya müdahale ediliyor; hem şu anda Anayasa Mahkemesi’nde sürmekte olan Ak Parti kapatma davasına baskı yapılmaya çalışılıyor; hem de halkı ve Meclis’i aşağılama suçu (TCY 301) işleniyor.
Peki bu suçların karşılığı ne? Bizler yazdığımız her yazının satır satır hesabını verirken, Yargıtay üyeleri canları istediği zaman kalemi kağıdı ellerinde alıp Meclis’e hakaret etme; hükümeti tehdit etme hakkını nereden alıyor? Hukuk devletlerinde yüksek mahkemelerin halka posta atmasının önüne geçecek bir çare yok mu?
Bu suçların karşılığı sadece bir kınama bildirisi mi olacak? Diyeceksiniz ki, şimdiye kadar hangi gayrı meşru müdahale ceza gördü ki bu görsün... Evet ama her ay başı demokratik rejim aleyhine bildiri yayınlayanların cür’eti de buradan geliyor zaten...
İşin hukuki boyutunu -tam bir karamsarlıkla- bir yana bırakıp bildiride savunulan görüşlere gelecek olursak... Bildirinin ağırlıklı mesajı, “ısrarlı ve sistemli bir biçimde yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının zedelendiği ve iktidar yanlısı güdümlü bir yargı oluşturulmakta olduğu” iddiası olarak görülüyor. Yargı iktidarın güdümüne sokulmamalıymış. Tamam, sokulmasın; ama önce şu anda güdümünde olduğu odakların güdümünden çıkmasına ne dersiniz?
Hadi Yassıada’da, 12 Mart mahkemelerinde, 12 Eylül davalarında, DGM’lerde yargının kimlerin güdümünde olduğunu hatırlatmayalım, o günler çok geride kaldı deyip geçelim. Peki şu son on yılın “tarafsızlık” örneklerini nereye koyacağız? Yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına o kadar önem veriyorsanız, 28 Şubat’ta Genelkurmay’ın brifinglerini nasıl içinize sindirdiniz? Yüksek yargı mensuplarının Meclis’e karşı yapılmış gayrı meşru bir müdahalenin faillerinin karşısında ceketlerini ilikleyip saf tutmaları ve darbecilerden “brief” almaları hangi bağımsızlık anlayışında yazıyordu?
Neden biriniz çıkıp da “Bir ülkenin halkının bir kısmını “iç düşman” diye niteleyerek hedef almak bölücülük suçudur, halkın bir kesimini kin ve nefrete sürüklemektir, kışkırtıcılıktır “ demediniz? Şemdinli’de aklınız neredeydi? Şemdinli Dosyası mahkeme tarafından kabul edildiği halde, hiç yetkisi olmayan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu soruşturma açtırdığında neden hiç aklınıza gelmedi yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı?
Tek suçu işini yapmak yani iddianame yazmak olan bir meslektaşınızın ömür boyu meslekten men edilmesi gibi eşi görülmemiş bir hukuk skandalı yaşanırken neden gıkınız çıkmadı? Genelkurmay’ın 27 Nisan Bildirisi’nin ardından Deniz Baykal’dan gelen apaçık yönlendirme girişimini, “Eğer Anayasa Mahkemesi 367’ye gerek yok kararını verirse, ülke çatışmaya sürüklenir, daha kötü bir döneme girilebilir.” sözlerini kınamak neden hiç gündeminize gelmedi?
Yargıtay Bildirisi’nin katıldığım tek noktası son paragrafı... Aynen onların ifadesini tekrarlayarak söyleyecek olursak; gerçekten de “asla unutulmamalıdır ki; insanlık tarihi, böylesi güdümlü bir yargı ile varlığını sürdürebilen, bireyini güvenli ve mutlu edebilen ve uygarlık yarışında başarılı olabilen hiçbir millet ve devlete tanıklık etmemiştir. Yüce Türk Ulusu ise bağımsızlığı ve etkinliği eksiksiz bir yargı erkine her zaman layık olmuştur” Öyleyse şu andaki en acil sorunumuz, yargımızı bu güdümlü durumdan kurtaracak reformları bir an önce yapmaktır.
Bugün, 23 Mayıs 2008
|
Gülay GÖKTÜRK
24.05.2008
|
|
|
Kutlu Doğum Haftası Pdf
|
|
|
|
|
|