Geçtiğimiz Perşembe akşamı İstanbul’da AKP gençlik kollarının bir sohbet toplantısına konuşmacı olarak davetli idim; kalabalık ve çok ilgili bir salonda kısa süren bir sunuşumdan sonra soru-cevap bölümüne geçtik, daha doğrusu bir tür sohbet toplantısına başladık.
Ve bendeniz toplantının bu sohbet kısmında AKP’nin, 22 Temmuz büyük seçim zaferine, Sayın Baykal’ın üç gün balkona dahi çıkamamasına rağmen yaklaşık yedi ay sonra gelinen noktanın nedenleri hakkında önemli ipuçları elde ettim.
Toplantının sohbet bölümünde konu ister istemez kaçınılmaz bir biçimde AKP’nin kapatma davasına geldi, bendeniz 22 Temmuz’dan günümüze siyasal dengelerin nasıl ve neden değiştiğine ilişkin görüşlerimi sundum.
Toplantıya katılan kişiler de konuya ilişkin kendi görüşlerini anlattılar ve bu görüşler de büyük bir ağırlıkla benim sunmaya gayret ettiğim görüşlerden farklıydılar.
Bu farklılığı kısaca açıklamaya çalışacağım.
22 Temmuz’da AKP’nin elde ettiği çok önemli siyasal pozisyon üstünlüğünün yedi ay gibi kısa bir sürede yitirilmesi ve partinin bir kapatma davasıyla karşı karşıya kalmasının nedeninin ben bir süredir AKP’nin yaptıklarında değil de yapmadıklarında aranması gerektiğini dile getirmeye çalışıyorum.
AKP şayet 2004 Aralık yani AB müzakere kararının alınmasından ve Ekim 2005’de müzakerelerin fiilen başlamasından sonra 2003-2004 reform sürecini aynı hız, cesaret ve kararlılıkla devam ettirebilse idi büyük bir ihtimalle 27 Nisan muhtıra garabetiyle de, 367 meselesiyle de ve en önemlisi kapatılma davasıyla karşı karşıya kalmazdı diye düşünüyorum.
Benim görüşüm AKP’nin bugün bir kapatılma davasıyla karşı karşıya olmasının altında yatan temel gerekçenin AKP’nin yeterince radikal olmaması diye özetlenebilir; benim burada kastettiğim radikalizm doğal olarak evrensel hukukla, evrensel meşruiyetle örtüşen, uyumlu bir radikalizm yani ‘asmayalım da besleyelim mi’ türü Kenan Paşa radikalizmi değil.
Ortada da evrensel hukukun kurumlaşmış bir yapısı AB ve AB’nin Türkiye’den katılım ortaklığı belgeleriyle resmileşmiş tam üyelik talepleri var; şayet AKP, AB katılım ortaklığı belgelerinde ifadesini bulan talepler doğrultusunda radikal dönüşümlerine devam etseydi benim naçiz kanaatim AKP’nin bugün çok daha güçlü ve küresel anlamda da daha güçlü bir meşruiyet sahibi olacağına ilişkin.
Dışa açık piyasa ekonomisinin gereklerini mesela tarım ve hizmetlerde gümrük birliği koşullarını gerçekleştirmeyi, evrensel sivil-asker ilişkilerini, mesela devlet protokolü ve çift başlı yargı konularını ülkemizde eksiksiz çözmeyi AKP başarabilseydi, ifade özgürlüğünde çağdaş adımları daha önce atabilseydi bugün kimse böyle bir partiye kapatma davası açmaya tevessül edemezdi diye düşünüyorum.
O akşamki toplantıda sohbet etme olanağı bulduğum AKP üyesi arkadaşlar ise benim görüşümün yaklaşık tam tersini savundular ve AKP’nin 2003 başından beri yeterince uzlaşmadığı, kurumlarla uyum sağlamada zorlandığı için kapatma davasına muhatap olunduğunu ve özellikle askerle uzlaşmada sıkıntı yaşandığı için problemlerle karşı karşıya gelindiğini iddia ettiler.
Benim de bu AKP’li arkadaşlara cevabım, uzlaşmanın eşitler arasında yatay ilişkilerle gerçekleşebileceğini, AKP’nin yüzde 47’lik oy oranıyla CHP, MHP, DTP, DSP ve hatta TBMM’de olmayan siyasal partilerle, sivil toplum kuruluşlarıyla uzlaşma arayabileceğini ama kendi emrinde olması gereken bürokrasiyle uzlaşma aramanın demokrasinin ruhuna aykırı olacağını anlatmaya çalıştım.
O akşam toplantıda AKP’ye açılan kapatma davasının nedenlerine ilişkin iki farklı görüş ortaya çıktı; birincisi ve benim savunduğum görüş AKP’nin evrensel hukuk çizgisinden çıkmadan yeterince radikal olamadığı için tökezlediği, AKP’li arkadaşların görüşleri ise fazla radikal davrandıkları için tökezledikleri doğrultusunda.
Zaman muhtemelen kimin haklı olduğunu gösterecektir.
Star, 18.4.2008
|