27 Nisan e-muhtırasının üzerinden bir yıl geçti. Muhtıranın yarattığı gergin ortam 2007 seçimlerinde dağılmış gibi görünse de bu gün içinde bulunduğumuz sürecin gerçeklerine bakarsak, 27 Nisan’ın ağırlığının henüz yoğun bir şekilde yaşandığını söylemek çok da yanlış olmaz.
27 Nisan’ın hemen ertesinde ABD’den gelen tepkinin benzeri bir söylem, dünkü Milliyette manşete çekildi. Milliyetin haberinde “ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın Avrupa İşlerinden Sorumlu Yardımcısı Dan Fried, Amerikan yönetiminin AKP’ye açılan kapatma davasında ve laiklik tartışmalarında taraf olmak istemediğini söyledi. Fried, Türkiye’deki mevcut anlaşmazlığın “demokrasi ve anayasal laik sistemle tutarlı bir şekilde çözüme kavuşturulması beklentisi”ni ifade etti. Burada dikkati çeken anayasal laiklik sistemi ifadesi. Bu anlatım 27 Nisan muhtırasının ardından, uzun mücadeleler sonucunda ABD dışişleri birimlerinin üretmiş oldukları bir kavram. Hatırlanacağı gibi e-muhtıranın ardından ABD’nin dışişleri temsilcileri bir açıklama yaptılar ve Türkiye’de laiklikten yana olduklarını belirtmişlerdi. Bu ifadenin Başkan Yardımcısı Cheney’in ofisinin dayatması/bastırması sonucunda, dışişleri bakanlığının metnine girdiği biliniyor.
Elbette bu ifadenin arka planını bilenler, Türkiye’deki sivil(imsi) ve askerî cenahtan etkili ve yetkili bireylerin uzun süredir Washington DC’de darbe kulisi yaptığını hatırlayacaklardır. Türkiye de demokrasiden yana tavır alanların, AB’ye başvuruları Ertuğrul Özkökgiller’i acayip derecede rahatsız ederken, Washington DC’de yapılan darbe kulisleri konusunda sanki üzerlerinde ölü toprağı serpilmiş gibi “tıs-tık” yok. Bu sessizliğin nedeni mekân yani Washington mu, yoksa konu yani bir 3 basamaklı darbe planının 2,5’uncu safhası mı? Doğal olarak merak ediyor insan. Bu çerçevede Zeyno Baran’ın Genelkurmay 2. Başkanı ile görüşmesinin hemen ardından, 2007’de Türkiye’de darbe olasılığını yüzde 50 olduğunu yazdı. Genelkurmay 2. Başkanı’nın, Cheney’in ofisi ile yakın ilişkiler geliştirdiği de yine bu anlatım içinde söyleniyordu. Bunları, hemen sonrasında da Hudson Enstitü’deki meşhur komplo senaryosu ve Yasemin Çongar’ın demokrat yazıları takip etti.
Bütün bu ilişkiler ağının sonucunda, 27 Nişan e-muhtırasının ardından yapılan ilk açıklamada Türkiye’de laikliğin korunmasının gerekliliğine de vurgu yapıldı. Bu bir anlamda ABD’nin darbeye yeşil ışık yaktığı ya da bütünüyle karşı olmadığı tavrını ifade ediyordu. Bu ifade geçen süreç içerisinde yumuşatılarak “Anayasal Laiklik” ifadesine dönüştürüldü. Böylece hem Anayasaya saygıya, hem de laikliğe vurgu yapıldı.
Dünkü Milliyet’in manşetinin az biraz arka plan okumasını da yapan insanlar; “bayram değil seyran değil eniştem beni neden öptü” duygusuna kapılıyor. ABD’de yapılan darbe kulisleri yeniden mi ısıtılarak canlandırıldı demeden edemiyor insan.
ABD de özellikle Cheney’in ofisi, Türkiye de darbeye destek verecek bir görünüm arz ediyor. Ancak böylesi anti demokratik bir suç eyleminden sonra, bundan kazançlı çıkacak devletin Rusya olacağını da hemen belirtmek gerekiyor. Tıpkı Irak’a açılan savaşın kârlı çıkanının Iran olması gibi. Bunu nereden mi biliyoruz? Darbe destekçisi sivil(imsi) ve resmî kesimlerde çok ciddi bir AVRASYACI ekibin varlığından haberdarız. İşte bunu da oradan biliyoruz. Hatırlayınız Putin’in konuşmasını Genelkurmay’ın sitesine kim koydurmuştu?..
Türkiye’de herkesin bildiği bir “ismi” bizzat birinci elden dinlemiş kişiler olarak bir anımız ile darbeler ve ABD arasındaki ilişkiye bir nokta koyalım. 1960 İhtilalinin hemen arkasından, ABD’nin Ankara büyükelçiliğinde junior officer (alt kademe memur) olarak çalışan, bizim de çok yakından tanıdığımız bir ABD’li yetkili, darbeden sonra komitede yer alan albaylardan ikisinin (kendisi bu isimleri de veriyor ama biz burada yazmıyoruz) kendisini bir otele çağırdığını kendisi ile konuşmak istediklerini anlatıyor. “Ben,” diyor ABD’li yetkili “‘bir junior officer olarak darbe komitesinden yetkililerin benle ne konuşmak isteyebilirler ki’ diye düşünerek otele gittim. Otelde beni iki albay bekliyordu. Merhabalaştıktan sonra Albaylar bana dönüp; ‘ABD, Türkiye’nin tarım politikasının nasıl olmasını arzu eder?’ diye bir soru yönelttiler. Ben doğrusu bu soru karsısında şaşırıp kaldım” diyor ve ekliyor; “Bu kadar da bağımlılık beklemiyorduk.” Bu anının bize birinci elden aktarıldığını burada bir kere daha ifade etmeliyiz.
Bakmayın vatanseverlik adına mangalda kül bırakmayan bu ulusalcı sahtekâr hokkabazlara... Bunların bir kısmı ABD’de, bir kısmı Rusya ve Çin’de, ülke pazarlama kulisleri yapıyorlar. Ne karşılığında mı? Elbette, ‘darbe ve iktidar’ karşılığında...
Darbe yapıldıktan sonra oluşacak psikolojik ortam hangi darbeci kanadın etkin olacağını belirleyecek. Köpürtülen bunca AB ve ABD karşıtı söylemden sonra, darbeciler için bile ABD’nin peşine takılmak zorlaşabilir. Cheney’in kotarılmış darbeci danışmanlarına duyurulur.
Keşke ABD’deki yetkililer ve ABD’li yetkililerle görüşmek için her türlü ödünü onlara karşı vererek demokrasiyi kesintiye uğratmak için çalışanlar, Taraf'tan Yasemin Çongar, Ahmet Altan, vb.’den, bu konuda yaptıkları aptallığın bu ülkeyi kan gölüne çevirebileceği ve ‘herkesin aklını başına almasının gerekliliği’ konusunda danışmanlık hizmeti alsalar.
Hangi konuda mı?.. Elbette ‘En kötü demokrasinin bile Ortadoğu’da en iyi militari / polisiye sistemden yüz bin kat daha iyi olduğu konusunda.’ Bizden söylemesi!..
Taraf, 28.4.2008
|