“Bizim rehabilitasyona ihtiyacımız var” diyor Azad. Azad, Bejan Matur’un, “Dağdakiler” in dünyasına ilişkin yaptığı araştırmada konuştuğu kişilerden biri.
Ailesi Mardin’li. Araştırma, dünden itibaren Zaman’da yayınlanmaya başlandı. Dün, bir de Adıyamanlı Ferhat’ın hikayesi vardı. İki hikaye de “Dağa çıkış”a yol açan travmayı anlatıyordu. Onları okuyunca, Türkiye’de bazı sorunların çözülmesi için çok şeyler yapılması gerektiğine bir kere daha inandım. Azad “Bizim rehabilitasyona ihtiyacımız var” diyordu ama gerçekte Türkiye’nin rehabilitasyona ihtiyacı vardı. Belki Cumhurbaşkanı Gül’ün, DTP’lileri kabulden sonra yaptığı değerlendirmede vurgu yaptığı “normalleşme ihtiyacı”, bu rehabilitasyonun bir başka ifadesiydi. Yaşanan travmadan kesitlere bir bakalım: “Hayatının dönüm noktası olan o olayı şöyle anlatıyor Azad: Bizim mahallede 450 kişi gözaltına alındı. Özel Tim evimize postallarla girdi. Küfürler, bağırmalar arasında babamı aldılar.
Babam kapıdan apar topar götürülürken dönüp ‘bir saniye’ dedi. Üzerinden bir milli piyango bileti çıkardı ve anneme ‘bunu al’ dedi. O an babamın bir daha dönmeyeceğini düşündüm. 36 gün işkencede kaldı. 5 yıl hapis yattı. Çıktığında asosyal, içe kapanık, ürkek bir adamdı. Beni dağa çıkaran, babamın acılarına ettiğim bu tanıklıktır.” Şunlar da Ferhat’ın hikayesinden Bejan Matur’un yazı dizisine yansıyanlar: “Annesinin bir gün onu görmek için okula gelişini içi ezilerek anlatıyor:
‘Çamurlu olduğu için ayakkabılarını çıkarıp girmişti sınıfa. Herkes güldü anneme. Çok utandım. Oysa herkesin annesi aynıydı.’ Bir çocuk olarak annesinden utandığı o yılların izini belli ki hiç atamamış üzerinden. Yıllar sonra üniversite yurdundan aylardır haber almadığı annesiyle konuşmak üzere telefon sırasına yazılmış. Annesi köyde telefondan Ferhat’la konuşurken bağlantıyı kuran kadın ‘Yasaklı bir dil konuşuyorsunuz. Devam ederseniz keserim’ demiş.
Ferhat, ‘O an bilemedim ama düşününce, evet dedim yasak dil Kürtçeydi! Kadın tekrar kabini açtı ve ‘Siz yasak bir dil konuşuyorsunuz, keseceğim’ dedi. Gözlerim doldu. Anneme anlatmaya çalışırken telefon kapandı. Ağlıyordum. Öyle bir zoruma gitti, öyle içim ezildi ki.’ Üniversite yıllarında yaşadığı bu çatışmalar ve boşluk duygusu öfkesini daha da görünür kılmış. O boşluğu doldurmayı vadeden bir ideoloji, insanı ‘Dağa çıkayım kahraman olayım noktasına getirir’ diyor.” Serbesti dergisinin Diyarbakır Cezaevi özel sayısındaki tanıklıkları okuduğumda da bu “travma”yı gördüm, Abdülmelik Fırat’ın hatıralarının yer aldığı Ferzende Kaya’nın “Mezopotamya Sürgünü” isimli kitabını okuduğumda da... Çok acılı şeyler yaşandığı ve bunun, ruhlarda derin yaralar açtığı kesin. Nasıl iyileştirilecek? Meselenin öteki boyutu da var. 25 yıllık ateş hattında can veren Anadolu’nun gençleri, geride kalanların yürek yangınları... Delikanlıların bir sır gibi gidişi...
Ayrı bir travma... Evet, nasıl iyileştirilecek? Tartışıyoruz: Önce ekonomik, sosyal, kültürel adımlar mı atılsın, yoksa kimliğe ilişkin düzenlemeler mi yapılsın? Şehit analarının yüreği nasıl soğusun? İki uçtan çekiştirerek varılacak bir çözüm olmadığı o kadar açık ki... Ya da iki uçtan çekiştirerek çözümde ısrar etmenin, sonunda bu ülkeye ve bu ülkede yaşayan Türk, Kürt herkese ağır bedeller ödeteceği o kadar açık ki... Sanki bir el, hem Kürt’ün omzuna dokunacak hem Türk’ün... Sizi anlıyorum, diyecek. Acınızı anlıyorum. Acınızı asla yok farz etmiyorum. Ama gelin yaraları saralım. Daha fazla acı olmasın. Başka çocuklar ölmesin. Başka analar-babalar yanmasın. Bu ülkeyi çocuklarımız için cennete çevirelim. DTP siyasi çözümde ısrar ediyor. Kürt aydınlar siyasi çözümde ısrar ediyor.
Olmazsa olmaz sesleri yükseliyor. Hükümet ise sanıyorum işe ekonomiden, kültürden, sosyal vasatın iyileştirilmesinden başlamak istiyor. Yani, “Devlet”in imajının düzelmesinden. Fiilen çatışma ortamından çıkılmasını istiyor hükümet. Çatışma ortamından uzaklaşalım, konuşabilmeye başlayalım, yüreklerdeki ateş birazcık sönsün, yüz yüze bakalım, birlikte su içelim, yemek yiyelim, konuşalım, sohbet edelim... Bir ara dedim ki, -Başbakan bir mezraya gitsin, Kürtçe selam versin, mezradaki yaşlı Kürt anası da Türkçe selamını alsın... -Selamünaleyküm.
Ve aleyküm selam...
Ortak dünyalarımızın altını çizelim. Sonra Türkçe veya Kürtçe konuşmak hiçbir tehlikenin işareti olarak algılanmayacak, emin olunuz. Türk veya Kürt gerçeğini kabul etmek asla risk anlamına gelmeyecek. Türkiye’nin rehabilitasyona ihtiyacı var. İslam’la ilişkileri normalleştirmek, Kürtler’le ilişkileri normalleştirmek, Aleviler’le ilişkileri normalleştirmek, gayrı müslimlerle ilişkileri normalleştirmek... İnanın zor değil. Bunun formülü bizim köklerimizde mevcut. Onu bulmak için hepimizin rehabilitasyona ihtiyacı var.
Bugün, 14 Mart 2008
|