Türk modernizminin icadıdır; “din” kavramı sosyolojik temellerinden soyutlanır ve “Allah’la kul arasında mahrem bir ilişki” olarak tanımlanır.
Oysa dünyanın her yerinde ve elbette evrensel bilim ölçülerinde böyle bir tanım, inancı anlatır.
Bireyin inanç dünyasını; daha doğrusu inancını yaşama biçimini...
Ama “din”i anlatmaz, anlatamaz.
Peki bu yanlışı ısıtıp ısıtıp önümüze koyanlar bunu bilmezler mi? Bal gibi bilirler.
Zaten basit bir ansiklopediyi açıp okumayı bir yana bırakın, sokağa çıkmak bile bu tanımın doğru olmadığını anlamaya yeter!
Fakat bizim laik ve otoriter modernistlerimiz dini “Allah’la kul arasında mahrem bir ilişki” olarak tanımlayıp, “aman ha, bu ikisinin arasına girilmez” dediler mi, laikliğin daha sağlam ayaklar üzerine oturacağına inanmışlardır bir kere!..
Temelsiz bir kanaattir. Üstelik din aynı zamanda bir eylemler bütünü ve toplumsal paylaşım olduğu için laiklik elzemdir asıl!
Ama gelin de anlatın bunu onlara!
***
Cumartesi günü kaleme aldığı yazıda Ertuğrul Özkök işi daha da ilginç bir boyuta sürükledi.
Yazısının bir yerinde “bu ülkenin laik insanlarından” söz ederken; “onlar için İslam Allah ile aralarındaki bir inanç iletişimidir” dedi.
Tabii burada “laik insanlar” deyiminin ne kadar problemli olduğundan söz etmeyeceğim. İnsan değil, devlet laik olur! İnsanlar devletin laik olmasına inanır; bunu desteklerler, hatta bunun mücadelesini verirler, o ayrı. Seküler bir hayat (yani din dışı hayat) sürdüren insanlardan söz etmek ise tamamen farklı bir şeydir.
Benim asıl takıldığım nokta, şu “Allah ile birey arasındaki inanç iletişimi”ni “din” sayma tavrı...
Oysa ne İslam ne de herhangi bir din böyle bir şeydir!
Din böyle “kişiye özel” ve deyim yerindeyse “toplumsuz” bir şey değildir, din böyle yaşanmaz!
Bunu da en iyi Özkök bilir!
Bilmesi gerekir.
Çünkü sosyologdur, akademisyenlik geçmişi vardır. Ara sıra da bunu yazılarında vurguluyor.
İnançla dini karıştıran kişi bir sosyolog olamaz!
Kaldı ki vazgeçtim sosyoloji literatüründen, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde bile “din” şöyle tanımlıyor; “inançları kurallar, kurumlar, töreler, semboller biçiminde toplayan düzen.”
Peki neden böyle yapıyor Özkök?
Hatta neden iyice ileri gidip dini bir “iletişim” olarak tanımlayarak ya da öyle tanımlayanlara katıldığını belirterek işe spiritüel bir hava da katıyor?
Bütün bunlara gerek var mı?
Türkiye’de birçok kişinin Sünni Müslümanlardan çok farklı ritüel-kurum-inanç bütünü içinde yaşadığını, birçoğunun ise sadece “deist” denebilecek bir hayat sürdüğünü ve laikliğin bu kesimler için hayati önem taşıdığını söylemek neden zoruna gidiyor da, din tanımına garip anlamlar yüklemeye çalışıyor?
Bir yanlış üzerinden giderek doğru tesis etmek mümkün müdür?
Mümkün olmadığını sosyal-siyasal tarihimiz apaçık gösteriyor.
Laikçi-otoriter kesimin yaklaşımı ne olursa olsun, Ertuğrul Özkök bilmez mi ki, dindar bir hayat sürmeyenler bile din denilince toplumsal olanı, gelenek-görenekleri referans alır...
Vatan, 25.2.2008
|