Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun kararı gereğince, AKP Milletvekili Hüsnü Tuna vaktiyle yazdığı ‘Laiklik hukukla korunmalı mı?’ başlıklı yazısında ‘kişilik haklarına saldırıda bulunduğu’ bazı Yargıtay üyelerine yüksek miktarda tazminat ödeyecek.
Tuna’nın yazısı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, Milli Gazete yazarı Selahattin Aydar’ın laiklik karşıtı olduğu ileri sürülen bir yazısını ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiren kararına muhalefet şerhi koyan üyeleri eleştiriyordu. Güya bu yazıda Tuna kendilerini ‘dar görüşlü hakimler’ olarak tanıtmak ve özgürlüklerin önünde engel olarak nitelemek suretiyle onların ‘kişilik hakları’na saldırmaktaydı.
Söz konusu yazısında Hüsnü Tuna şöyle diyor:
‘Karara 13 yargıcın muhalif kalması, (...) insan haklarına ‘yargıç bakışı’ açısından ümit kırıcı olduğunu düşünüyoruz. ‘Ret’ gerekçelerine, ilmi, hukuki niteliği olan gerekçeler yerine ‘Sivas olayları’ gibi ideolojik saplantıları çağrıştıran gerekçelere sığınılması, hukuk adına, özgürlüklerin insan haklarına uygun olarak yorumu adına kaygı verici ve kayıp olduğunu düşünüyoruz. Ne var ki bu durağan, değişime direnen anlayışın daha fazla sürdürülmesine imkan olmadığı, süreç içerisinde tasfiye olacağına da inanıyoruz.’
İmdi, eğer Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Tuna’nın yazısında var olduğunu düşündüğü hakareti bu satırlarda bulduysa, yanlış yaptığı açıktır. Çünkü, burada dile getirilen sadece sert bir eleştiridir, bunu hakaretamiz olarak nitelemenin hukuki geçerliliği yoktur.
Öte yandan, bu eleştirinin davacı yargıçların ‘kişilik hakları’yla da bir ilgisi bulunmamaktadir. Aksine bu tam da yargıçların ‘kamusal kişilik’leriyle ilgili bir meseledir ve bu kişilikler de kamunun (herkesin) eleştirisine açık olmak zorundadır. Yargıçlar bu kimlikleriyle kişisel işlerini görmüyor, kamu adına iş görüyorlar. Eleştiriye açık olmasalardı yargıçları başına buyruk ve ‘layusel’ otokratlar olarak tanımlamamız gerekirdi.
Ama eğer Türkiye, Anayasasında yazdığı gibi bir ‘hukuk devleti’ ise, böyle olmamak gerekir. Açıktır ki, hukuk devleti hakimlerin hak-hukuk tanımayacak ve hiçbir sekilde sorumlu tutulamayacak derecede sınırsız bir otoriteye sahip olmaları demek değildir. Bu bakımdan Hüsnü Tuna’nın eleştirisi ‘haksız fiil’ olmak şöyle dursun, aksine kamunun ilgisini yargıçların görevlerini layıkı vechile yerine getirip getirmedikleri noktasına çektiği için, kamu yararına hizmet etmiştir.
Ama bana sorarsanız, bu gibi teknik hukuk meselelerine dalmaya hiç gerek yok. Besbelli ki yargıçlar eleştirilmekten hazzetmiyorlar. Dahası eleştiri onları kızdırıyor, hiddete sevkediyor. Kendileri gibi hukukçu bile olsa, ‘kürsünün aşağısı’ndaki bir vatandaş tarafından eleştirildikleri zaman o ‘küstah’a haddini bildirmek istiyorlar. Nasıl olsa vatandaşın sığınacağı, çare arayacağı başka bir merci olmadığını iyi biliyorlar.
Bu vesileyle, ‘çağdışı’ bir metne atıfta bulunmanın yararı olur mu bilmem ama ben yine de Yargıtaycılara Mecelle’nin ‘hakim’ tanımındaki ‘mekin’ sıfatını hatırlatmak isterim. ‘Mekin’ hakim vakarlı, ağırbaşlı, temkinli, sakin ve oturaklıdır. Sukunetini kaybetmez, hiddete kapılmaz, fevri davranmaz o. Ona öfke yakışmaz.
Bizim sahiden de böyle hakimlere ihtiyacımız var.
Star, 23.2.2008
|