Biraz tuhaf bir operasyon bu. Yapılacağı daha önceden “youtube” tarafından duyurulan ilk askeri operasyon olarak kayıtlara geçecek herhalde.
Trajedileri bile komediye çevirebilen tuhaf bir yapımız var bizim.
İnsanların hayatlarını ilgilendiren bir harekât bütün dünyayı gülümsetebilen bir garipliğe dönüşebiliyor.
Bu operasyonun yapılacağını PKK çok önceden biliyordu zaten.
Biz Kandil’deyken bunun olacağını söylediler bize.
Kimse için bir sürpriz değil anlayacağınız.
“Ben geliyorum” diyen bir operasyon kimseyi hazırlıksız yakalamak gibi bir amaç gütmüyorsa, başka bir amacı olmalı.
Hemen hemen herkesin ortak fikri bunun “Türkleri’ yatıştırma amacıyla yapıldığı.
Hatta, silahın ve ölümün bir arada gözüktüğü bu operasyonun bir barış harekâtının ön hazırlığı olduğu gibi bir ümit bile hissediliyor yorumcuların konuşmalarında.
Gerçekten amaç bu olabilir.
Ama sorun şu:
Bu ülkede sadece Türkler yaşamıyor.
Bu ülkenin bir de Kürt vatandaşları var.
Onların da acıları, öfkeleri bulunuyor.
Onları nasıl yatıştıracağız?
Bizim devletin kafasında bir vatandaş tipi yatıyor.
Bu vatandaş bir Türk.
Müslüman.
Sünni.
Ama asla devletin müsaade ettiğinden fazla dindar değil.
Dinsiz de değil.
Bayram namazına giden, içki içen, denk gelirse çapkınlık da yapan bir Müslüman, devletin kafasındaki.
Bu vatandaş tipi, Cumhuriyetin kuruluşundaki “devlet memuru” prototipi aslında.
Bizim devletimiz, bütün vatandaşlarını “memuru” olarak görüyor.
Ve, bir memur gibi olmalarını istiyor.
Bu memur tipolojisinin sınırlarına girmeyen herkesi en iyi ihtimalle yok farz ediyor, daha kötü ihtimalle “düşman” görüp kendisi yok ediyor.
Onun için türbanı yasaklıyor.
Onun için Kürtün çocuklarına ana dillerini öğretmelerine izin vermiyor.
Onun için Aleviler’in cemevlerini ibadethaneden saymıyor.
Onun için demokratları hapishanelerde süründürüyor.
Ama bir sorun var.
Bizim devlet bütün bunları belirlediğinde vakit bir yüzyıl önceyi gösteriyordu, nüfus da on iki on üç milyon civarındaydı.
Şimdi Yirmi Birinci Yüzyıldayız...
Ve nüfus yetmiş milyon.
Bu yetmiş milyonun içinde milyonlarca Kürt, kendini devletin tarifinden daha fazla dindar hisseden milyonlarca Sünni, kimliğini açıkça söyleyen milyonlarca Alevi, milyonlarca değilse de epeyce demokrat bulunuyor.
Bütün bu insanların oluşturduğu yapı artık devletin eski alışkanlıklarıyla yönetebileceği bir yapı değil elbette.
O yüzden de bu ülkenin vatandaşlarıyla devlet arasında sürekli sorun çıkıyor.
Bu sorunların en büyüklerinden biri Kürt sorunu.
Devlet önündeki en büyük sorunlardan birini sanki bu ülkede Kürt yokmuş gibi çözmeye çalışıyor.
Onların ne hissettiğini, ne hissedeceğini umursamıyor.
Son yıllarda ölen asker çocuklarla gerçek biçimde canı yanan, acı çeken, öfkelenen Türkleri yatıştırmaya çalışmak, doğru bir hareket..
Ama bunu Kürtler’i ezerek, hırpalayarak, sindirerek, aşağılayarak yapmak doğru mu?
Bu ülkede yaşayan herkesi aynı derecede memnun edecek, hepsinin içini rahatlatacak bir çözüm yok mu?
Sadece devletin kafasındaki “vatandaş” tipinin içini rahatlatacak çözümlerle milyonlarca insanın yaşadığı bu ülke huzura kavuşabilir mi?
Bu kara operasyonunda ya birileri ölürse?
Böyle bir gelişme, barış getirebilir mi?
Çözümü sadece baskıda, yasakta, silahta, ölümde arayan bir anlayış, kendi insanlarıyla sürekli sorun yaşar.
Bu ülkede insanlar yaşıyor.
Türk, Kürt, Sünni, Alevi, Ermeni, Rum, Yahudi, Yezidi, dinsiz, demokrat, solcu, milliyetçi milyonlarca insan.
Onlardan hangisinin “insan” sayılacağına karar vermek devletin işi değil.
Ayrıca gücü de yetmez.
Yetmiyor da zaten.
Bitmez tükenmez sorunlarla sakatlanıyor hayatlarımız.
Kavga, savaş, cinayet çıkıyor karşımıza sürekli.
Galiba “devleti” karşımıza oturtup onu eğitmemiz gerekiyor:
Bak, bu ülkede yetmiş milyon insan yaşıyor.
Onların hiçbirini diğerinden ayıramazsın.
Birini memnun etmek için diğerini üzemezsin.
Artık “silahtan ve operasyondan” başka bir çözüm bulacak olgunluğa ulaşmalısın...
Büyüdün çünkü...
Seksenini geçtin.
Artık çocuk değilsin.
Taraf, 23.2. 2008
|