İlginç bir haber okudum: PKK kamplarında 10 yıl kaldıktan sonra pişman olup örgütten kaçan bir genç kız A.S., Diyarbakır’da cumhuriyet savcısına teslim oldu.
Ailesinin yanında bir süre kaldıktan sonra Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na gelen A.S., görevlilere nöbetçi savcı ile görüşmek istediğini söyleyip savcının odasına girer ve “Ben 10 yıldır örgütteydim. Pişmanlık duyarak örgütten kaçtım. Teslim olmak istiyorum.” der.
Savcı gayet sakin A.S.’ye çay ikram eder; A.S. de o ilk korkuyu üzerinden attıktan sonra kamplarda yaşadıklarını anlatır. Savcı, Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’ni arayarak durumu bildirir. Odaya gelen polis memurlarının “hoş geldin” demesinin ardından A.S. ifadesi alınmak üzere Emniyet Müdürlüğü’ne götürülür. Emniyetteki ifadesinin ardından tekrar teslim olduğu savcının odasına geri getirilen A.S., TCK’nın “etkin pişmanlık” maddesini içeren 221. maddesinden faydalandırılarak serbest bırakılır.
A.S. şunları diyor: “Çok tedirgindim. Örgütteyken bize ‘teslim olursanız, size işkence yaparlar’ demişlerdi. Bu nedenle ilk etapta polise teslim olmak istemedim. O nedenle savcıya gittim. Ama savcının konuşması beni rahatlattı.” Kendi ifadesiyle A.S.’nin dağa çıkmasının sebebi, lise son sınıf öğrencisiyken, ailesinin kendisine şiddet uygulaması, bunun kendisini arayışa sürüklemesi ve daha sonra aynı okulda eğitim gören iki kız öğrencinin telkinleri sonucu örgüte katılması. (Yeni Şafak, 20 Şubat 2008)
Açıkçası inanılması güç bir haber bu. Hele benim gibi birisinin inanması daha güç. 12 Eylül’den sonra gözaltına alınmıştık. Bir arkadaşım -şu anda ünlü bir yayıncıdır- arandığını öğrendiğinde kendi ayağıyla Gayrettepe’ye gitti ve arandığını öğrendiğini söyledi. Daha cümlesini bitirmeden sanki bir çatışma sırasında yakalanmış gibi derdest edildi ve bizim gibi hücreye atıldı. 29 gün yattığım hücrede ve Kartal Askerî Cezaevi’nde yaşadıklarımı ve gördüklerimi anlatmam mümkün değil. “Hatırla Sevgili” dizisinde anlatılanların tamamı doğru, fazlası da var.
Öyle olmakla beraber A.S.’yle ilgili haberin büyük bir bölümü doğru olabilir. 12 Eylül’den bu yana önemli şeylerin değiştiğini görmezlikten gelmemek lazım. Güneydoğu’da valilerin profilinde hissedilir bir değişiklik gözleniyor. Halka nispeten daha yakın valiler tayin ediliyor. Babamın vefatında zamanın Mardin Valisi Temel Koçaklar’ın, Emniyet Müdürü’nü de yanına alıp taziyeye geldiğini gören konu komşu, akrabalar, mahalleli şaşkınlık içinde kaldılar. Tabii ki sadece bize değil, birçok ailenin taziyesine katılıyorlar. Hatta daha ilginci -belki de laikçiliğe aykırı- herkes gibi dua okuyorlar. Bundan önceki Diyarbakır Valisi Efkan Ala ve bugünkü Vali Hüseyin Avni Mutlu benzer profillere sahip. Devletin temsilcileri; ama halk memnun. Yaptıkları şey halka yakın olmak, sevecen davranmak, insanlara tepeden bakmamak gibi basit insani şeyler. Demek ki asık suratlı, ceberut devlet yerine güler yüzlü, şefkatli devlet de olabiliyor.
Polis de insandır. İyi olduğunda insanların gözünde devlet iyi olur, sadece güvenliği temin etmekle kalmaz, güven telkin eder. Geçenlerde okuduğum bir kitap polisin asli görevi yanında, ülkesine karşı duyduğu manevi sorumluluğun ona neler yaptıracağını gösteriyordu. Terörle mücadelenin önemli isimlerinden Serdar Bayraktutan’ın “Anne ben geldim -intihar eylemcisinin eve dönüşü-”, çeşitli örgütlerde bulunup da zaman içinde bir nefis muhasebesi yapan ve bundan kurtulmaya çalışanların çarpıcı hikâyelerini anlatıyor. Deneyimli Bayraktutan’ın tezi şu: Evet, bir şekilde gençler örgütlere girer, ama onların orada kalıp eylemlere devam etmesi veya yanlışlarını görüp kurtulmaları, bir ölçüde dış sebeplere bağlıdır. Burada toplum, devlet, yakın çevre ve polis önemli rol oynamaktadır. Bayraktutan, kendi açısından polisin salt asayiş ve güvenlik yanında insani olarak da bu konuda oynayabileceği rolün ne olabileceğini bize anlatmaya çalışıyor.
Çoğu zaman iç karartıcı şeyler yazıyoruz, güzel ve iç ferahlatıcı şeyler de var. Bunları da atlamamak lazım.
Zaman, 23.2.2008
|