Ordu malı el bombalarına sahip bir örgütle karşı karşıyayız.
Bu bombaların ortak kullanım alanları da var.
Örgütün amacı da net, 2009'da darbe yaptırmak.
Bir kısmı emekli askerlerden oluşan bir örgüt, ordu malı bombalara bu kadar rahat ulaşıyorsa, düşünmek gerekir.
Şimdi emekli olmuş kimi komutanlar güncelerine "darbe" notları düşüyorsa daha da fazla düşünmek gerekir.
Örgütün dava, taciz ve tehdit yoluyla hedef aldığı kimi isimlerin suikasta kurban edilmiş olması durumun vahametini iyice artıran bir gelişmedir.
Burada aydınlatılamayan ve aydınlatılmak istenmeyen bir konu var, MKE yapımı bu bombalar nasıl bir trafik sonucu Ergenekon denilen örgütün eline geçmiştir.
Bu konu niye ısrarla geçiştirilmiştir bu önemlidir.
Çünkü burası darbenin yapanın yanına kaldığı bir ülke maalesef ve ülkede halkın görüşünün ağırlık kazanmasından hoşlanmayanların darbe seçeneğini hep kafalarının bir köşesinde tuttukları da bir gerçek.
Her dönem darbenin bir gerekçesi oldu.
1960'da, 1971'de, 1980'de ve 28 Şubat postmodern darbesinde.
İpleri belli kişilerin elindeki figürler halkı müdahaleyi arzular noktaya getirdiler ve darbe toplumda arzulanır bir şey oldu.
2009 darbesi planlamacılarının yine böyle bir arzu peşinde oldukları, hesaplarını bunun üzerine yaptıkları ortada.
Üstelik bu ortaya çıkarılan tek bir örgüt.
"Her şey bitti, artık güvendeyiz" duygusu yanlış.
Türkiye, demokrasi yanlısı güçlerin de sürekli teyakkuzda olması gereken bir ülke.
Bunun da tek yolu var, hukuk sistemini güçlendirmek, Avrupa Birliği yolundaki ciddi çabaları artırmak.
Ancak, iktidar bu konuda seçmeci bir tutum içinde görülüyor.
301 gibi önemli bir düzenleme sürekli erteleniyor.
Üstelik hakkında 301'den dava açılanların terör örgütlerinin hedefi haline geldiği, dahası öldürüldüğü bir ortamda.
Hrant Dink'in öldürülmesi, Orhan Pamuk'un Türkiye'de oturamaz hale gelmesi sadece çetelerin sorumluluğunda olan bir olay değil.
Bu, 301 konusunda direnenlerin de bir sorumluluğu.
Planlara bakıp tepki göstermek kolay ama kimi insanların bu planlar içinde nasıl hedef haline gelebildiğini görmek de bir sorumluluk.
İktidarın bu konuda acil ve kesin önlem alması şart.
Düşünceye denetim
Kemalizmi eleştirdiği için yargı önüne çıkan Prof. Atilla Yayla'ya verilen ceza, bu ülkede düşünceye bakışın bir özeti adeta. Yayla'ya uygulanan hüküm aslında uyuşturucu gibi zararlı maddelerin müptelalarına uygulanan bir madde.
Ancak düşünce de "zararlı" bir eylem olarak görülebildiğinden önleyici tedbir sahasına giren bir faaliyet olarak görülebiliyor.
Düşünceye böyle bir muamele çağdaş Türkiye'ye yakışmıyor açıkçası.
Sabah, 29.1.2008
|