|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Allah buyurdu ki: "Bu mühlet, İlâhî ilmimizde vakti belli olan bir güne kadardır." İblis dedi ki: "Senin izzetine yemin olsun, ben de onların hepsini azdıracağım."
Sâd Sûresi: 81 - 82
|
30.01.2008
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Zinâ etmek sûretiyle bir topluluğa kendilerinden olmayan bir çocuğu katan kadına Allah şiddetle gazap eder. Çünkü bu çocuk, onlardan kendisine nâmahrem olanlarını görecek ve mallarına ortak olacaktır.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 601
|
30.01.2008
|
|
Kadere iman eden kederden kurtulur
Eğer dese: "Kader bizi böyle bağlamış, hürriyetimizi selb etmiştir. İnbisat ve cevelâna müştak olan kalp ve ruh için, kadere imân bir ağırlık, bir sıkıntı vermiyor mu?"
Elcevap: Kat'â ve aslâ! Sıkıntı vermediği gibi, nihayetsiz bir hiffet, bir rahatlık ve ruh ve reyhânı veren ve emn ü emânı temin eden bir sürur, bir nur veriyor. Çünkü, insan kadere imân etmezse, küçük bir dairede cüz'î bir serbestiyet, muvakkat bir hürriyet içinde, dünya kadar ağır bir yükü, bîçare ruhun omuzunda taşımaya mecburdur. Çünkü, insan bütün kâinatla alâkadardır, nihayetsiz makàsıd ve metâlibi var; kudreti, irâdesi, hürriyeti milyondan birisine kâfi gelmediği için, çektiği mânevî sıkıntı ağırlığı, ne kadar müthiş ve muvahhiş olduğu anlaşılır. İşte kadere imân, bütün o ağırlığı kaderin sefinesine atar, kemâl-i rahat ile, ruh ve kalbin kemâl-i hürriyetiyle kemâlâtında serbest cevelânına meydan veriyor. Yalnız nefs-i emmârenin cüz'î hürriyetini selb eder ve firavuniyetini ve rubûbiyetini ve keyfemâyeşâ hareketini kırar.
Kadere imân o kadar lezzetli, saadetlidir ki, tarif edilmez. Yalnız, şu temsil ile o lezzete ve o saadete bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:
İki adam bir padişahın pâyitahtına giderler, o padişahın mahall-i garâip olan has sarayına girerler. Biri padişahı bilmez, o yerde gâsıbâne, sârıkâne tavattun etmek ister. Fakat, o bahçe, o sarayın iktizâ ettikleri idare ve tedbîr ve vâridât ve makinelerini işlettirmek ve garip hayvanâtın erzakını vermek gibi zahmetli külfetleri görür, mütemâdiyen ıztırap çeker. O cennet gibi bahçe, başına bir cehennem gibi oluyor. Her şeye acıyor. İdare edemiyor. Teessüfle vaktini geçirir. Sonra da, o hırsız edepsiz adam, te'dib sûretiyle hapse atılır.
İkinci adam padişahı tanır; padişaha kendini misafir bilir. Bütün o bahçede, o sarayda olan işler, bir nizâm-ı kanunla cereyan ettiğini, Her şey bir programla, kemâl-i suhûletle işlediğini itikat eder. Zahmet ve külfetleri, padişahın kanununa bırakıp, kemâl-i safâ ile o cennet-misâl bahçenin bütün lezzetlerinden istifade edip, padişahın merhametine ve idare kanunlarının güzelliğine istinâden her şeyi hoş görür, kemâl-i lezzet ve saadetle hayatını geçirir. İşte "Kim kadere imân ederse kederden emîn olur" sırrını anla.
Sözler, s. 435
Lügatçe:
selb: Ortadan kaldırma.
inbisat: Genişleme.
cevelân: Gezme, dolaşma.
hiffet: Hafiflik.
emn ü emân: Emniyet ve korkusuzluk.
makâsıd: Maksatlar.
metâlib: Arzular.
muvahhiş: Vahşet veren, ürküten.
sefine: Gemi.
keyfemâyeşâ: Kendi keyfince, başıboş.
sârıkâne: Hırsızcasına.
tavattun: Vatan edinme.
kemâl-i suhûlet: Tam bir kolaylık.
|
30.01.2008
|
|
Gayba iman (2)
Dünden devam
Âlemler
Âlem denilen şey, sadece görünen şehâdet âleminden ibaret değildir. Misal âlemi, melekût âlemi, ruhlar âlemi, hava, su. gibi çok âlemler vardır. Hayat bu âlemlerde de devam etmektedir. Şehadet âlemini terk eden, bu âlemlerden birine intikal etmektedir. Göze göre, gayb âlemine gitmiştir. Gayba iman, onun başka bir âleme gittiğine, oranın şartlarına uygun bir hayatı yaşamaya devam ettiğine inanmaktır. Bir âlemden öbürüne intikal etmekte bir vahşet yoktur. Bütün âlemlerin dizginini elinde tutan Allah'a iman ile bağlanan insan için, bu âlem veya öteki âlem, fark etmez. Çünkü hepsi onun mülküdür. İnsan ise onun kuludur. Onun her hangi bir mülkünde, onun kulu olarak yaşamaya devam edecektir. İmanın inkişafı nispetinde, bu intikallerden korkusu azalacaktır.
İman, vicdanın iç yüzünü ışıklandırır. Bu sayede insan, kendisi ve yaşadığı dünya ile barışık hâle gelir. Bir emniyet atmosferi meydana gelir. Her şeyle tanışık hâle gelir. İnsana müthiş bir güç kazandırır. Bu sayede, her musibete, her hadiseye karşı dayanma gücü elde eder. Bir şey dayandığı yer kadar güçlüdür. İman ile Allah'a bağlanan insandan daha güçlü kim olabilir? Böyle bir iman sahibi için, bildiği ya da bilmediği âlemler, oradaki hayat şartları, onun imanının sınırları içindedir. Bağlandığı sultanın tasarrufu altındadır.
İman, geçmişi ve geleceği aydınlatır. Ebediyetten bir parıltıdır iman. Bütün duygu ve kabiliyetleri, geliştiren bir iksirdir. Hayatı bu kısacık ömür ile sınırlı kabul etmez. Ebedîye intisapla, ona bağlanmakla, hayatı ebedîleştirir.
Vicdanın ve ruhun dört unsuru ve hisleri vardır. İrade, zihin, his ve lâtife. Bunların her biri ayrı bir yolda, derelerin ırmaklara akması gibi bir merkeze doğru hareket ederler. İrade, ibadete; zihin, marifetullaha (Allah bilgisine); his, Allah sevgisine; lâtife, Allah'ın sıfatlarının kâinatta görünen tecellîlerini seyretmeye yönelmektedirler. Takva denilen mükemmel ibadet, bunların toplandığı havuzun adıdır. Bunlar, görünmeyen âlemlerde ne kadar önemli hadiselerin cereyan ettiğini göstermektedir. Bu hadiseleri aydınlatan ise ancak îmandır.
Netice
Şu hayattan ve kâinattan beklenen, Allah'ın sıfatlarının şu kâinattaki muazzam tezahürlerine karşı, insanın, kendisinden yapması istenilen her nevî ibadet ile ibadet etmesidir. İnsandan beklenen en son netice ise, ilim ve san'attaki mükemmelliklerle, harika san'atlarla o ibadete yetişmektir. O mükemmel tecellîlere karşı, güçlü bir ilim ve harika san'atlarla donanmış bir ibadet ortaya koymaktır. San'atın en güzelini, Allah şu kâinatla ortaya koymuştur. Bunlar, nihâî hedeflerdir. İnsandan, bu hedeflere doğru, çıkabildiği yere kadar çıkması istenmekte ve çıkması için teşvik edilmektedir. İlim öğrenmek, bunun için ibadettir.
Dünyanın sonuna doğru, her şey ilme ve fenne dökülecektir. Güç ve kuvvetini ilimden alacaktır. Hükümranlık ve kuvvet, ilmin ve fennin eline geçecektir. Nispî gaybın zincirindeki halkalar daha çok aydınlanacaktır.
İnsanoğlunun bu yükselişi, gurura vesile kılınırsa, insanları mutsuz edecektir. Fen ve teknoloji, bir güç gösterisi vesilesi olmamalıdır. Allah'ın san'atlarını daha iyi anlama ve onun gücü ve san'atı karşısında hayranlığını ifade etmeye vesile olmalıdır. Teknoloji, insanların huzuruna, geçim kolaylığına hizmet etmelidir. Savaş teknolojisi haline çevrilmemelidir. Bunun nelere mal olduğunu, nelere sebep olduğunu, yaşamakta olduğumuz dünya, bütün çirkinliği ile görmektedir. Elindeki ilim denen değeri, huzura, mutluluğa, rahat ve kolay yaşamaya harcasa, gönüller üzerinde hâkimiyet kazanacaktır. İnsanlığı mutlu etmeye yetecek gücü elde edecektir. Gayb âleminin iki yakası olan geçmiş ve gelecek, ilmin doğru yerde ve doğru hedefler için kullanılması durumunda, bu iki cenahta da, bütün insanlığı mutlu etmeye yetecek güce sahiptir.
|
Ali Sarıkaya
30.01.2008
|
|
Risâle-i Nur
Asırlardır beklenen muhteşem eser
Mânevî tefsir-i Kur'ân bir şâheser
Mânâ ve cifirle bakar ona otuz üç âyet
Karanlık asrımızda bir rehber-i hidayet
Nerden almış bu ismi Risâle-i Nur
On altı sebep arz eder Âyetü'n-Nur
Her sayfasında sayısız bürhan-ı tevhid
Ve sayısız Esmâ Rahman, Rahîm, Vâhid
İki cihan saadetine ulaştıran rehber
İltifat etmiş çünkü Hazret-i Peygamber
Sıdk ile okuyan etmede kemâlâta teâlî
Teveccühle bakmış ona İmâm-ı Ali
Bin yıl öteden görmüş onu Gavs-ı Âzam
Ve müjdeler vermiş o Üstad-ı Muazzam
Tevhid, Haşir, İbadet, tahkikî bir îman
Rabbânî bir hitabe ve binlerce bürhan
Tâ Arş-ı Âlâdan gelen İlâhî hitâp
Hidayet yolunu açan Nurlu bir kitap
Bir kitâb-ı ilim, hem bir kitâb-ı münâcât
Gözler önüne serilmiş koca bir kâinât
Eski hâl muhâl, ya yeni hâl, ya izmihlâl
Der ümitvâr olunuz İslâm'ındır istikbâl
Karanlık asrımızda nur-u Kur'ân'a dâvet
Hakaik-i îmânda sayısız bürhan-ı mârifet
Hükmedince insanlığa nurun dâvâsı
Bitti mabetsiz şehirler kurma sevdası
Şefkatle kucaklarken zulûmatlı âlemi
Tekniğe meydan okudu kâtiplerin kalemi
Karanlık perde iken toprak, su, ateş, hava
Yüce hakikatleriyle destanlaştı bu dâvâ
Hoş geldin on dört asırdır beklenen Nur
Hoş geldin asrımıza ey Risâle-i Nur!
|
Hasan Şen
30.01.2008
|
|
|
|