İki gün önce meclise DTP'li Ahmet Türk'le ilgili olarak 301. maddeden hazırlanmış bir fezleke geldi. Ahmet Türk'ün yargılanabilmesi için dokunulmazlığının kaldırılması isteniyor.
Genelkurmay Başkanlığının bir resepsiyona DTP'li milletvekillerini "ellerinde silah var imasıyla" davet etmemesi üzerine, partinin genel başkanı Ahmet Türk'ün yaptığı bir açıklama, savcılar tarafından "devletin silahlı kuvvetlerini alenen aşağılama" olarak yorumlanmış.
Bildik değil mi?
Bu sistem ordu mensuplarının ve kurumlarını temsil ve sorumluluk mevkiinde bulunan kimi generallerin siyaseti, siyasi partileri ve siyasetçileri alenen tahkir etmesine hiçbir şey demez, diyemez.
Ama söz konusu siyasetçi olduğu zaman, siyasetçi ve sivil askere yöneldiği zaman, bir anda "aslan" kesilir, eleştiriyi, görüş açıklamayı bile tahkir ilan eder.
Hasan Cemal önceki gün Milliyet'te pek güzel yazmıştı:
"Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt, daha bu yakınlarda, 2 milyon oy ve 20 milletvekiline sahip DTP'yi kastederek 'PKK, Meclis'e girerek legalleşti!' diye bir açıklama yaptı. Savcılarımızın kılı kıpırdamadı. Oysa yasa ihlalleri söz konusu." diyordu.
Ahmet Türk ise Genelkurmay Başkanı'nın ve diğer generallerin bu yaklaşımına itiraz ettiği için yargılanacak.
Türk'ün DTP'li milletvekillerinin dışlanmasıyla ilgili olarak sarf ettiği, suçlanan cümleleri şunlar: "Hiç ağızdan düşürülmeyen bölücülük kelimesi, aslında kimin tarafından yapıldığı da ortaya çıkıyor."
İşte size yeni bir 301. süreci: "Devlet siyasete karşı."
İlkeleri algılamak, daha doğrusu siyasette ilke meselesi hem basit hem zor bir iştir. Bu, nerede durduğunuza ve zihniyetinize göre değişir.
Ama kimi durumlar çok sıradan ve açtıktır, Türk ve Büyükanıt hadisesinde olduğu gibi.
Ahmet Türk'ün açıklamasını beğenmeyebilirsiniz, yanlış, hatta meydan okuyucu bulabilirsiniz, ama "demokratik bir ülkede yaşıyor ve yaşamak istiyorsanız, bir milletvekilinin siyasi nitelikli sözlerinden dolayı yargılanmasını kabul edemezsiniz".
DTP'nin politikalarını kabul edilmez bulabilirsiniz, ama "demokrasiden söz ediyorsanız, askerin meşru bir siyasi partiyle ilgili 'terörist vari açıklaması'nı sineye çekemezsiniz".
İşin bir de siyasi akıl, siyaset yönü var.
DTP ne derse dersin, kim olursa olsun bu sistemin Kürt sorununun çözümünde, PKK'nın devre dışı bırakılmasında tek meşru aracı, tek meşru aktördür.
DTP'ye yönelik tasfiye ve baskı girişimi sistemin kendi bindiği dalı kesmesine benzer.
Kaldı ki DTP iki kanatlı bir koalisyon.
Bu kanatlardan ılımlı olan, demokratik rengi baskın olan tarafı Ahmet Türk ve arkadaşları temsil ediliyor. Ve oklar akıl dışı bir şekilde bu renge yöneliyor.
Daha dün söyledik.
DTP'li milletvekillerinin dokunulmazlıklarıyla ilgili fezlekeler yakında TBMM Genel Kurulu'na gelecek ve bu, ülkede rejiminin demokratik tonunu yeniden belirleyecek bir an olacak.
Demokratik tondaki oynamalar, bu ülkede keskin makaslara işaret eder.
Ton açılırsa makas değişikleri sert olur.
DTP'yi terörist, iç tehlike, iç tehdit olarak tanımlayan asker sesi sadece sözde kalmaz, bu şekilde tanımlanan sadece DTP de olmaz.
Yüksek ses, demokratik ses, evet ihtiyaç bu.
Siyasi iktidarın demokratik sesinin yükselmesine bu nedenle ihtiyaç var.
Yolda tökezlememek için siyasi imkânların, siyasi yolların sürekli ve her sorun için açık kalması gerekiyor.
Siyaset ancak demokrasinin geniş sınırları içinde mümkündür.
Askeri operasyonlar bile demokrasi sınırları geniş kaldıkça tatmin edici olur ve toplum nezdinde meşruiyet taşır.
Eski dengelere, sorunların yok sayıldığı, her farklı talep sahibinin hainlikle suçlandığı günlere geri dönmemek bu ülkenin birinci işi olmalı.
Yeni Şafak, 4 Ocak 2008
|