|
|
|
Kemalizmle nereye kadar? |
Hürriyet'in iki yazarı 'Kemalizm ve Batı meselesi'ni tartışmaya açmış. Biri, 'Batı, Kemalizm'in kökünü kazımaya kararlı' diyor; diğeri, 'AB ile Kemalizm'in değerlerinin örtüştüğü'nü iddia ediyor.
Kimse Kemalizm'i tasfiye edecek gizli güçler ve komplolar aramasın. Homojen bir ulus, tepeden inmeci-otoriteryen bir siyaset ve dünyaya kapalı bir ekonomi tasarlayan Kemalizm'i, piyasa ekonomisi, demokrasi ve küreselleşme tasfiye edecektir ve de etmektedir. Yani sorun Batı değil, bu süreçlerin harekete geçirdiği ve dönüştürdüğü iç dinamikler ve aktörlerdir. Kemalizm tarihin, yani hayatın akışına yenik düşmüştür. Aslında neo-Kemalistler de bunu bildiklerinden küreselleşmenin, piyasa ekonomisinin ve demokrasinin amansız muhalifleri oldular.
Kemalistler öfkeli, çünkü devlet aracılığıyla toplum üzerindeki denetim gücünü ve araçlarını kaybettiler. Geri dönülmez bir süreç bu. Bir gün hasbelkader 'iktidar'ı ele geçirdiklerinde bile bu iktidarla toplumu 'tanzim etme' imkânları yok. Toplum, devletin denetiminden, yani devlete hakim olan ideolojinin kontrolünden ilelebet çıktı. Devlet, piyasaya hükmedemeyince siyasete de topluma da hükmedemez. Özellikle bir iktisatçının Kemalizm için en büyük tehlikenin Batı değil, piyasa ekonomisi olduğunu bilmesi beklenir. Piyasa ekonomisi, farklılıkları üretiyor, tahkim ediyor; farklı olmanın ekonomik altyapısını oluşturuyor. Devlet kapısı dışında bir kazancın mümkün olduğunu gösteren pazar ekonomisi 'yurttaşları' özgürleştiriyor, devletin denetiminden çıkarıyor. Hani, çalışmaya başlayan, kendi ayakları üzerinde durabilen kadınların erkek egemenliğine isyan etmeye başladığını söylüyoruz ya modernist bir övünçle, bu da böyle bir şey... Piyasa ekonomisi ile devlete muhtaç olmadan yaşayabildiğini gören halk, özgürleşiyor. Başkaldırıyor 'devlet baba'ya ve onun ideolojisine. Devlet memurları ideolojisi olan Kemalizm, pazar ekonomisinin içine sığmıyor, sığmaz.
10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Kemalizm'i 'herkesin benimsemesi gereken bir devlet ideolojisi' olarak nitelemişti. Pazar ekonomisinin genel geçer kural olduğu, açık toplum fikrinin geliştiği, etnik veya dinsel kimliklerin yeniden keşfedildiği bir toplumda 'devlet ideolojisi' olabilir mi, 'tek tip' vatandaş yetiştirilebilir mi? İdeolojik, bireysel, dinsel, etnik farklılıkların (çoğullukların) ekonomik ve siyasal kurumlarıyla pekiştiği bir ülkede tek bir ideolojiye mutlak itaat nasıl beklenir? Türkiye, bu gelişmişlik düzeyi ile nasıl 'parti devleti' olarak tasarlanabilir? Bunlar artık mümkün değil... Kemalizm bugünkü dünyanın ruhuna aykırıdır; piyasa ekonomisi, demokrasi ve çoğulculuk ortamında hayat bulamaz...
Kemalizm, dünyadan kopuk bir Türkiye'nin ideolojisi olabilir. Bugün özel sektöre dayalı olarak büyüyen, hem de rekor % 7'lerle büyüyen, yılda 20 milyar dolar yabancı sermaye yatırımı çeken, ihracatı 100 milyarı aşarken bunun neredeyse tümünü özel sektörle gerçekleştiren bir Türkiye'nin 'ideolojisi' olabilir mi, ki bu ideoloji Kemalizm bile olsa? Türkiye, ideolojilerin deli gömleklerine sığmayacak kadar dinamik, çoğul, zengin ve özgür artık. Türkiye'nin dünyadan kopmasını istemeyenler Kemalizm'in aşılması gerektiğini ve de aşıldığını görüyorlar. Kemalizm, dünyayı korkutuyor olabilir. Kendi halkına, komşularına, dünyaya meydan okuyan, maceraperest ve otoriteryen 'çağdaş' neo-Kemalist hareketler gerçekten korku salıyor etrafa... Bir sebebi olmalı bu korkunun. Günümüzde neo-Kemalizm kılığında karşımıza çıkan hareket aslına döndü; İttihatçılığa... İttihatçıların kendi halkına, aynı dini ve ırkı paylaşmayan Osmanlılara ve muhaliflerine neler yaptığını bilmeyen mi var? Yani, korku sebepsiz değil.
Kemalizm ile nereye kadar? Piyasa ekonomisine, demokrasiye ve açık topluma kadar.
Zaman, 4 Ocak 2008
|
İhsan Dağı
05.01.2008
|
|
|
Gelecek AB kriterlerinde |
Demokratik ve ekonomisi güçlü, Batılı hayat tarzına sahip Müslüman bir ülke olunabilmenin sağlam çerçevesini ancak Avrupa Birliği üyeliği sağlar. Bunu herkesin hatırlaması gerekiyor.
İşte bu sağlandığı zaman, Türkiye asıl o zaman model alınacak bir dünya gücü olacak, Erdoğan ve Gül tarihe geçeceklerdir.
Cumhurbaşkanı Gül 'hızlandırılmış' görüşme için (o da ne demekse) ABD'ye gitmeye hazırlanırken, hükümet Türkiye'de tüm kurul ve kuruluşları AKP'lileştirme misyonuna odaklanmışken, durup dururken "Gelecek Avrupa'dadır" başlığıyla yazı yazmamızı şaşkınlıkla karşılayanların olması muhtemel.
Yazıyı yazdık, çünkü bu şaşkınlığın olmamasını, rahatsızlığın herkes tarafından paylaşılmasını ve hedefe kilitlenilmesini arzu ediyoruz.
AKP hükümeti, iktidarının ilk döneminde başlarda Avrupa Birliği üyeliğine özel önem veriyorken, daha sonra Avrupa'yı gündeminden düşürmüş gibi davranmaya başladı.
Bu görüntüye bakarak kötü niyetli bir insan, AKP'nin Avrupa sevdasının, türban meselesine bağlı ve sınırlı olduğunu ileri sürebilir.
Avrupa ilkeleri türban gibi konularda serbestiyi getirdiği için, hükümet bu istediğini elde ettikten, hele de Çankaya'ya eşi türbanlı bir cumhurbaşkanı oturttuktan sonra; 'bize bu kadar Avrupa yeter' diyor olabilir de...
Eğer durum böyleyse, büyük bir yanlış yapılmakta. Bu yanlışın neresinden dönülürse o kadar iyi olacak. Türkiye çok hasas dengeler içerisinde, çok da problemli bir bölgede demokrasisini yaşatmaya çalışıyor. Bozulmuş olan dengelerini yeniden oluşturmaya uğraşıyor. Bu arada bir de üstüne üstlük teröre karşı büyük mücadele veriyor.
Türkiye'ye bu süreçte bir çıpa gerekiyor, yanlış sulara açılmaması için, dalgalara kapınılmaması için çıpasını atacağı sağlam bir nokta bulabilmesi gerekiyor.
Dünyanın en sorunlu bölgesinde, ekonomisi büyüyen bir demokrasiyi Müslüman ülke olarak yaşatmanın tek yolu Avrupa kriterinin kontrolünü kabul etmektir (bu en sağlam çıpadır).
Hükümet kendisine göre amaçlarını belki iyi belirlemiştir, ama bu yolda yürürken istemeden de olsa büyük hatalar yapması mümkündür. Bunların Türkiye'yi krize sokması da ihtimal dahilindedir. Bu tehlikeleri bertaraf etmenin en sağlam yolu; Avrupa Birliği yolunda yürümeyi kararlılıkla sürdürmektir.
Ne yazık ki; bir süre önce açıklanan Avrupa Komisyonu İlerleme Raporunda Türkiye'nin üyelik yürüyüşünde yaşanmakta olan yavaşlamaya ve uyulması gereken kriterlerdeki eksikliklere dikkat çekiliyor. Bu raporlar Sarkozy türündeki Türkiye karşıtlarının eline iyi bir silah oluyor tabii ki...
Oysa AKP hükümeti bu kozu o gibi insanlara çok rahatlıkla vermemek gücüne sahip. Yapacağı tek şey Avrupa yolundaki kararlılığını tekrar göstermek ve yürüyüşünü hızlandırmaktır. (...)
Avrupa sürecine Dışişleri Bakanı olarak emeği hayli geçmiş olan Cumhurbaşkanı Gül eğer Avrupa söyleminde samimiyse, ABD dönüşünde Avrupa'da Türkiye'nin geleceğini tekrar savunmaya başlasa ülkeye büyük hizmet etmiş Başbakan da yıllardır Avrupa söylemine çeşitli vesilelerle girmişti. Onu da yarattığı umutları söndürmemeye davet ediyoruz.
Demokratik ve ekonomisi güçlü, Batılı hayat tarzına sahip Müslüman bir ülke olunabilmenin sağlam çerçevesini ancak Avrupa Birliği üyeliği sağlar. Bunu herkesin hatırlaması gerekiyor.
İşte bu sağlandığı zaman, Türkiye asıl o zaman model alınacak bir dünya gücü olacak, Erdoğan ve Gül birlikte tarihe geçeceklerdir.
Bu gazete, Avrupa ilkelerini ve ülkemizin Avrupa Birliği üyeliğini tüm gönlünü vererek bilgi ve heyecanla sonuna kadar savunacak, rotadan çıkılmaya başlandığını gördüğü zamanlar da uyarı görevini elinden geldiğince yapmaya devam edecek.
Türkiye'nin belki işi zordur, ama Avrupa hedefine kilitlenmek, bu zorlukların hepsini aşacağımızın garantisidir.
Akşam, 4 Ocak 2008
|
Serdar Turgut
05.01.2008
|
|
|
'Eski dengeler'le değil, 'siyaset'le |
İki gün önce meclise DTP'li Ahmet Türk'le ilgili olarak 301. maddeden hazırlanmış bir fezleke geldi. Ahmet Türk'ün yargılanabilmesi için dokunulmazlığının kaldırılması isteniyor.
Genelkurmay Başkanlığının bir resepsiyona DTP'li milletvekillerini "ellerinde silah var imasıyla" davet etmemesi üzerine, partinin genel başkanı Ahmet Türk'ün yaptığı bir açıklama, savcılar tarafından "devletin silahlı kuvvetlerini alenen aşağılama" olarak yorumlanmış.
Bildik değil mi?
Bu sistem ordu mensuplarının ve kurumlarını temsil ve sorumluluk mevkiinde bulunan kimi generallerin siyaseti, siyasi partileri ve siyasetçileri alenen tahkir etmesine hiçbir şey demez, diyemez.
Ama söz konusu siyasetçi olduğu zaman, siyasetçi ve sivil askere yöneldiği zaman, bir anda "aslan" kesilir, eleştiriyi, görüş açıklamayı bile tahkir ilan eder.
Hasan Cemal önceki gün Milliyet'te pek güzel yazmıştı:
"Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt, daha bu yakınlarda, 2 milyon oy ve 20 milletvekiline sahip DTP'yi kastederek 'PKK, Meclis'e girerek legalleşti!' diye bir açıklama yaptı. Savcılarımızın kılı kıpırdamadı. Oysa yasa ihlalleri söz konusu." diyordu.
Ahmet Türk ise Genelkurmay Başkanı'nın ve diğer generallerin bu yaklaşımına itiraz ettiği için yargılanacak.
Türk'ün DTP'li milletvekillerinin dışlanmasıyla ilgili olarak sarf ettiği, suçlanan cümleleri şunlar: "Hiç ağızdan düşürülmeyen bölücülük kelimesi, aslında kimin tarafından yapıldığı da ortaya çıkıyor."
İşte size yeni bir 301. süreci: "Devlet siyasete karşı."
İlkeleri algılamak, daha doğrusu siyasette ilke meselesi hem basit hem zor bir iştir. Bu, nerede durduğunuza ve zihniyetinize göre değişir.
Ama kimi durumlar çok sıradan ve açtıktır, Türk ve Büyükanıt hadisesinde olduğu gibi.
Ahmet Türk'ün açıklamasını beğenmeyebilirsiniz, yanlış, hatta meydan okuyucu bulabilirsiniz, ama "demokratik bir ülkede yaşıyor ve yaşamak istiyorsanız, bir milletvekilinin siyasi nitelikli sözlerinden dolayı yargılanmasını kabul edemezsiniz".
DTP'nin politikalarını kabul edilmez bulabilirsiniz, ama "demokrasiden söz ediyorsanız, askerin meşru bir siyasi partiyle ilgili 'terörist vari açıklaması'nı sineye çekemezsiniz".
İşin bir de siyasi akıl, siyaset yönü var.
DTP ne derse dersin, kim olursa olsun bu sistemin Kürt sorununun çözümünde, PKK'nın devre dışı bırakılmasında tek meşru aracı, tek meşru aktördür.
DTP'ye yönelik tasfiye ve baskı girişimi sistemin kendi bindiği dalı kesmesine benzer.
Kaldı ki DTP iki kanatlı bir koalisyon.
Bu kanatlardan ılımlı olan, demokratik rengi baskın olan tarafı Ahmet Türk ve arkadaşları temsil ediliyor. Ve oklar akıl dışı bir şekilde bu renge yöneliyor.
Daha dün söyledik.
DTP'li milletvekillerinin dokunulmazlıklarıyla ilgili fezlekeler yakında TBMM Genel Kurulu'na gelecek ve bu, ülkede rejiminin demokratik tonunu yeniden belirleyecek bir an olacak.
Demokratik tondaki oynamalar, bu ülkede keskin makaslara işaret eder.
Ton açılırsa makas değişikleri sert olur.
DTP'yi terörist, iç tehlike, iç tehdit olarak tanımlayan asker sesi sadece sözde kalmaz, bu şekilde tanımlanan sadece DTP de olmaz.
Yüksek ses, demokratik ses, evet ihtiyaç bu.
Siyasi iktidarın demokratik sesinin yükselmesine bu nedenle ihtiyaç var.
Yolda tökezlememek için siyasi imkânların, siyasi yolların sürekli ve her sorun için açık kalması gerekiyor.
Siyaset ancak demokrasinin geniş sınırları içinde mümkündür.
Askeri operasyonlar bile demokrasi sınırları geniş kaldıkça tatmin edici olur ve toplum nezdinde meşruiyet taşır.
Eski dengelere, sorunların yok sayıldığı, her farklı talep sahibinin hainlikle suçlandığı günlere geri dönmemek bu ülkenin birinci işi olmalı.
Yeni Şafak, 4 Ocak 2008
|
Ali Bayramoğlu
05.01.2008
|
|
|
DYP, Türkiye'nin çimentosudur |
Ve Demirel "kongre hakkında" ilk kez konuştu.
Sayın Demirel. Kurup geliştirdiğiniz, iktidara taşıdığınız siyasi hareket kongre yapıyor. Herkes sizden bir şey söylemenizi bekliyor. Ama ne bir şey diyorsunuz. Ne de bir işaret veriyorsunuz. Artık konuşma zamanı gelmedi mi?
FEVKÂLADE HAL
Süleyman Demirel:
- Bu bir fevkalade haldir.
- Fevkalade hal sürprizlerle doludur.
- Ama DYP delegesi misyonuna sahiptir.
- En kötü koşullarda bile DYP'nin arkasında 2 milyon oy vardır.
ÇİMENTO
Demirel konuşmasını sürdürdü:
- Türk demokrasisi için DYP lazımdır. Şu bakımdan lazımdır. Öncesinde Adalet Partisi ve Demokrat Parti, sonra DYP, seçime giderken de adını DP'ye çeviren hareket Türkiye'nin çimentosu olmuştur.
SUYUN ÜSTÜ
Demirel'in "dün için söyledikleri" doğru. Ama ya bugün? DYP dün ile bugün, bugün ile yarın arasında gerekli köprüleri kurabiliyor mu?
Demirel:
- Bu siyasi hareket geçen 50 yılda Türk siyasetinde ve Türkiye kalkınmasında önemli bir misyon olmuştur.
- Darbelere, müdahalelere rağmen başını suyun üstüne tutabilmiştir.
CUMHURİYET'İN PARTİSİ
Süleyman Demirel:
- Misyon hep kendini yenileyerek geldi.
- DYP-DP Türk demokrasisinin geleceğinde önemli rol oynayacak bir kuruluş.
- Yarını da var, felsefesi de.
- Herkesi kucaklayacak bir siyasi hareket.
- Bu parti Cumhuriyet'in partisi.
BAM TELİ
Demirel'i dinledik, dinledik, dinledik ve... Partinin kurucusunun "bamteline" bastık:
- Ama partinin hali de ortada.
BAŞSIZLIK
Demirel bir süre sustu. Ve sonra da:
- DYP pek çok sıkıntıyı aşarak geldi.
- Bugün yaşanan sıkıntıları da aşacaktır.
- Sancılar, başsızlıktan kaynaklanıyor.
- DYP kendisine baş arıyor.
- Kurallar iyi işletilirse çözüm daima bulunur.
- Bugün bulunamazsa yarın bulunur.
SATIR ARALARI
Süleyman Demirel'in son sözleri:
- Sana bu söylediklerimin içinde çözüm yatıyor... Sözlerimi iyi oku... Satır aralarını da oku.
Sabah, 4 Ocak 2008
|
Yavuz Donat,
05.01.2008
|
|
|
Atılacak adımlar cesaret gerektiriyor |
PKK tam anlamıyla bir yol kavşağında bulunuyor.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti biraz cesur davranabilirse, örgütün belini kırabilecek veya etkinliğine büyük oranda darbe indirebilecektir.
Eğer Türkiye kolayı seçer ve Kuzey Irak'ın havadan bombalanmasıyla yetinir, gerisini görmezden gelirse, tam aksine PKK'nın yeniden dirilmesini sağlar.
İşte böylesine önemli bir yol kavşağında bulunuyoruz. PKK'nın hangi yöne gideceğini, bizim takınacağımız tutum etkileyecek.
Bazı gerçekleri unutmayalım:
- PKK, kendi isteğiyle silah bırakmaz, bırakamaz. Şu anda ölüm kalım mücadelesi veriyor. Tüm gücüyle kadrolarının çözülmesini engellemeye ve yeni suikastlarla gücünü göstermeye çalışıyor.
- PKK, belki paraca dışardan finanse ediliyor olabilir, ancak kadrolarını ülkenin içinden sağlıyor.
- Çeşitli nedenlerle Kürt kökenli vatandaşlarımızın bir bölümü PKK'yı kafalarından veya kalplerinden ya atamıyorlar veya atmak istemiyorlar.
Terör örgütünün belini kırmanın, kadrolarının dağılmasını sağlamanın yolu ? ne kadar istemesek ve tepki toplayacağını bilsek dahi- bir nevi aftan geçmektedir. Böyle bir adımın ne kadar etkili olacağı ve örgütü dağıtacağı biliniyor. Ancak, bunun için siyasi cesaret gerekiyor. Oy kaygısıyla, toplumdan gelecek tepkilere dayanmak kolay olmayacaktır.
Terör örgütüne bu darbeyi vururken, siyasi opsiyonları da kapatmamız gerekir. DTP'yi Meclisten atmak veya kapatmak, sadece PKK'nın işine yarayacaktır. Örgüt halka dönüp "Görüyorsunuz, Devlet bizim birkaç temsilcimize bile tahammül edemiyor. Sadece silah ve sopa ile üzerimize gelmeyi biliyor" diyebilecek ve hem sempati, hem de kadrolarına yeni insanlar çekebilecektir.
Bu oyuna düşmememiz gerekmektedir.
Siyasetin önü açıldığı oranda, Kürt aydınları ve Avrupa'daki Kürt diasporasının PKK üstündeki baskıları da artacaktır. Unutmayalım ki, bölge halkı kan dökülmesinden rahatsızdır, ancak içine düşülen kısır döngüden nasıl çıkılacağını da görememektedir. Devletin, inisiyatifi ele alması, gidişi büyük oranda etkileyecektir.
Devletin inisiyatifi alması gereken diğer iki alandan biri aş-iş, diğeri de günlük yaşamdır.
Bölgedeki işsizliği giderecek el emek yoğun yatırımlar, insanlara dağa çıkmak yerine başka seçenek yaratacaktır. Aileler çocuklarına daha fazla sahip çıkacaklar ve ister istemez, PKK'nın beslenme damarlarının büyük bölümünün kesilmesi sağlanacaktır.
Günlük yaşamda da, artık Kürtçe eğitim ve yayın konusundaki kısıtlamaların kaldırılma zamanı gelmiş ve geçmektedir. Bugünkü uygulamalar halkın Devlete bakışını olumsuz yönde etkilemekten başka bir işe yaramamaktadır.
Yukarda saydıklarımız, Ankara'da politika üreten kurumların bildiği ancak bir türlü cesaret gösterip uygulayamadıkları önlemlerin sadece bir bölümüdür.
Siyasi otorite bu cesareti gösterebilir, diğer kurumlar da (özellikle TSK ve MİT) uyum içinde aynı hedefe doğru çabalarını yoğunlaştırabilirlerse, PKK teröre büyük ölçüde yok edilebilir. Yeter ki, biz kendi içimizde kararımızı verelim ve adımlarımızı atmaya başlayalım.
Posta, 4 Ocak 2008
|
Mehmet Ali Birand
05.01.2008
|
|
|
|
Son Dakika Haberleri
|
|
|
|
|