Seçim kampanyasını yürütürken katledilen Benazir Butto'nun 19 yaşındaki oğlu Bilavel Butto Zerdari, önceki gün annesinin 'demokrasi en iyi rövanştır' sözünü hatırlattı.
Haksızlığa, hukuksuzluğa ve zulme karşı halkın başka neyi var ki? Halk, ancak demokrasilerde var; yönetim ancak demokrasilerde şeffaf, yöneticiler ancak demokrasilerde hesap vermek zorunda, ancak demokrasilerde iktidarı halk belirleyebilir... Bu yüzden 'birileri' halkın yönetim işlerine karışmasından hazzetmezler. Halktan vergi ve itaat beklenir. Gerisini devletin 'sahipleri' halledecektir...
Bilavel Butto'nun ne dediğini iyi anlıyoruz. 2007 yılı Türkiye'de de demokrasiye karşı komploların kurulduğu bir yıl oldu; ama sonunda, halkın demokrasi içinde bu komplolardan ve komploculardan rövanşı aldığı bir yıl da... Ya demokrasi olmasaydı, ya sandık konulmasaydı milletin önüne? Üç-beş gazete manşetinden ve emekli paşaların organize ettiği 'sivil toplum' gösterilerinden devşirilen sözümona 'meşruiyet' ile yönetmeye kalkışacaklardı bu ülkeyi.
Hatırlamakta fayda var; gerçekte, 27 Nisan darbe girişimi Nokta Dergisi'nin askerî savcılık tarafından basılması ve ardından kapatılmasıyla başlamıştı. Dergi, biri geçmişe, diğeri geleceğe ilişkin iki önemli belge yayınlamıştı: Oramiral Özden Örnek'in 'darbe günlükleri' ile Genelkurmay'ın kimi ulusalcı sivil toplum örgütlerini harekete geçirmeye yönelik strateji belgesi... Ordu içinde bazılarının işi gücü bırakıp siyasete daldıkları da, sivil toplumu harekete geçirme planları da çok geçmeden, 27 Nisan bildirisi ve 'cumhuriyet' mitingleriyle doğrulandı. Bir not düşelim; Nokta'nın Alper Görmüş yönetiminde çıkan sayıları gelecek yıllarda 2007'nin en değerli basın koleksiyonu olacak.
Bazıları anında bildiriyi 'içselleştirip' hükümetin istifasını isterken, dik duran üç-beş aydın ile hükümetin bildiriyi iade etmesi ve masaya sandığı, yani demokrasiyi sürmesiyle olayın akışı değişti. 22 Temmuz seçim sonuçları gökten zembille inmedi; darbe girişimine karşı demokratik bir refleksti. Türk demokrasi tarihinde tek parti yönetimine son veren 14 Mayıs 1950 seçimleri kadar önemliydi 22 Temmuz. Millet, darbecileri ve ara rejim heveslilerini, demokrasiye oyun oynayanları sandığa gömdü.
Eksik bırakmayalım; 2007'nin büyük iktidar mücadelesi sadece iç politika alanında cereyan etmedi. 'İçeride' Türkiye'yi yeniden tanzim etmek isteyenler 'dış politika' üzerinden bunu kolaylaştıracak gelişmeleri de tahrik ettiler. Irak'ta Kerkük'e kadar inecek bir müdahale için bastırdılar. Müdahale, Türkiye'nin AB sürecini bitirecek, ABD ile sıcak çatışma kaçınılmaz olacak, Ortadoğu ve diğer bölge ülkeleriyle kurulan işbirliği ağları yerle bir olacaktı. Batı'dan ve bölgeden izole edilen Türkiye'nin önüne de Rusya-Çin-İran ittifakı konulacaktı gerçekmiş gibi...
Uluslararası alanda 'eksen değişikliği' dış politika gerekçeleriyle öngörülmüyordu; 'iç'te istediklerini yapabilmenin bir yöntemi veya gereği olarak tasarlanıyordu. Darbeciler Batı'dan ümitlerini kesmişlerdi. Özellikle AB sürecinin ve Türkiye'nin dünyaya ekonomik, toplumsal ve siyasal olarak açılımının demokrasiyi, piyasa ekonomisini ve hukuk devletini 'dayattığı'nı fark etmişlerdi; bu 'dayatma'dan kurtulmaya çalışıyorlardı. (...) 2007 yılında, bir yandan cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden krizler üretmek, öte yandan da 'AB'yi bırakalım, NATO'dan da çıkalım, ABD zaten bir numaralı düşman' söylemi dillendirmenin arkasında, bir kesimin 'tarihsel bir varoluş mücadelesi' yatıyordu. Milliyetçi/muhafazakâr kanatta da çok insana cazip geldi bu söylem aslında. Ama 27 Nisan'la yapılmak istenilen, milliyetçi/muhafazakâr kesimlerin 'demokrat' damarına bastı; sağın 'demokratik' hassasiyeti 'milliyetçi' tepkilerine galebe çaldı, 2007 böyle kurtuldu...
Umalım, demokrasi Pakistan'da da kazanır.
Zaman, 1.1.2008
|