Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Kemalist rejim başaramadı

Türkiye genel olarak "gelişmekte olan ülke"dir. Bundan kaynaklanan imkânlarımız ve sorunlarımız vardır; işte ekonomimiz hem iyi yoldadır, hem önemli sorunlarla karşı karşıyadır.

Türkiye "orta boy devlet"tir. ABD, Rusya, Çin, İngiltere gibi "büyük devletler"den biri değildir. İsviçre veya Dubai de değildir. Orta boy devlet olmanın da sorunları ve imkânları vardır. Türkiye, Almanya gücünde olsaydı, Kıbrıs meselesini daha kolay çözerdi.

Bu kategoriler kolay değişmiyor. İsmet Paşa Lozan'dayken "orta boy devlet" temsilcisi olmanın hem gücünü hem güçsüzlüğünü yaşamıştı. Lozan'da ulaşamadığımız hedefler, gücümüzün yetmediği hedeflerdi.

Ve uluslaşma süreci... Kemalist rejim bu sorunu çözemedi; düşündüğü çözüm projeleri için gereken parayı bulamamıştı. Yapacağı tek şey bastırmak oldu. Ve sorun birikerek 1984'te patladı!

Hemen bütün sorunlarımız, değişik dozlarda da olsa, "gelişmekte olan ülke" ve belalı bir coğrafyada "orta boy ülke" olmamızdan kaynaklanıyor.

Üç temel sorun

1923'te 'sıfır'dan başlamadık, çünkü cumhuriyet boşluğa kurulmadı, bir altyapının üstüne inşa edildi. Bu kayıtla, 1923-2007 arasında Türkiye'nin gösterdiği performans Uzakdoğu ülkeleri kadar yüksek olmasa da asla başarısız sayılamaz.

Dünya ortalamasının üstünde kalkınma hızına ulaştığımız dönemler, hür seçimlerde sandıktan bir partili iktidarın çıktığı dönemlerdir. İktisat tarihçisi Prof. Şevket Pamuk'un bu konuda akademik çalışmaları vardır.

Genel ortalamayı yükselten, istikrarlı dönemlerin rakamlarıdır. Bu dönemlerde siyasi istikrarla birlikte yönetimde etkinlik ve halkın demokratik katılımı sağlandığı için toplumsal enerjimiz kalkınmaya yönelmiştir.

Siyasi istikrarımızı daima iç kavgalarımız bozdu! Hemen kutuplaşmaya kapılmak gibi 'genetik' bir zaafımız var demek ki!

Dönemler boyunca devamlılık gösteren bu fay hatları açısından baktığımızda, 2008 yılında gündemimizde üç temel sorun gözüküyor: Siyasi istikrar, ekonomik reformlar, terör dahil olmak üzere etnik mesele...

Acı ilaç

Siyasi istikrarın bugünkü anlamı, laiklik ve muhafazakârlık etrafında oluşan gerilimlerin ülkeyi yönetilemez hale getirecek boyutlara ulaşmasına meydan vermemek, hatta tansiyonu düşürmektir!

Başka bir deyişle, demokrasinin güçlenmesi, sıkılı yumrukların açılması, beş parmağın bir olmadığının görülüp içimize sindirilmesidir.

Kimse kendi hayat tarzını ve değerlerini "öteki"ne dayatamaz; ancak "bir arada yaşama"yı içimize sindirerek iç barışı ve demokratik istikrarı sürdürebiliriz.

Ekonomide ise, reformlar artık acil hale gelmiştir. Güler Sabancı'nın "Ekonomi bıçak sırtında" sözü bir muhalefet sloganı değil, gerçekçi bir uyarıdır. Üstelik, dünya ekonomisinden de daralma sinyalleri geliyor ki, bizim için alarm demektir.

Milliyet, 1.1.2008

Taha Akyol

02.01.2008


 

Demokrasinin rövanşı

Seçim kampanyasını yürütürken katledilen Benazir Butto'nun 19 yaşındaki oğlu Bilavel Butto Zerdari, önceki gün annesinin 'demokrasi en iyi rövanştır' sözünü hatırlattı.

Haksızlığa, hukuksuzluğa ve zulme karşı halkın başka neyi var ki? Halk, ancak demokrasilerde var; yönetim ancak demokrasilerde şeffaf, yöneticiler ancak demokrasilerde hesap vermek zorunda, ancak demokrasilerde iktidarı halk belirleyebilir... Bu yüzden 'birileri' halkın yönetim işlerine karışmasından hazzetmezler. Halktan vergi ve itaat beklenir. Gerisini devletin 'sahipleri' halledecektir...

Bilavel Butto'nun ne dediğini iyi anlıyoruz. 2007 yılı Türkiye'de de demokrasiye karşı komploların kurulduğu bir yıl oldu; ama sonunda, halkın demokrasi içinde bu komplolardan ve komploculardan rövanşı aldığı bir yıl da... Ya demokrasi olmasaydı, ya sandık konulmasaydı milletin önüne? Üç-beş gazete manşetinden ve emekli paşaların organize ettiği 'sivil toplum' gösterilerinden devşirilen sözümona 'meşruiyet' ile yönetmeye kalkışacaklardı bu ülkeyi.

Hatırlamakta fayda var; gerçekte, 27 Nisan darbe girişimi Nokta Dergisi'nin askerî savcılık tarafından basılması ve ardından kapatılmasıyla başlamıştı. Dergi, biri geçmişe, diğeri geleceğe ilişkin iki önemli belge yayınlamıştı: Oramiral Özden Örnek'in 'darbe günlükleri' ile Genelkurmay'ın kimi ulusalcı sivil toplum örgütlerini harekete geçirmeye yönelik strateji belgesi... Ordu içinde bazılarının işi gücü bırakıp siyasete daldıkları da, sivil toplumu harekete geçirme planları da çok geçmeden, 27 Nisan bildirisi ve 'cumhuriyet' mitingleriyle doğrulandı. Bir not düşelim; Nokta'nın Alper Görmüş yönetiminde çıkan sayıları gelecek yıllarda 2007'nin en değerli basın koleksiyonu olacak.

Bazıları anında bildiriyi 'içselleştirip' hükümetin istifasını isterken, dik duran üç-beş aydın ile hükümetin bildiriyi iade etmesi ve masaya sandığı, yani demokrasiyi sürmesiyle olayın akışı değişti. 22 Temmuz seçim sonuçları gökten zembille inmedi; darbe girişimine karşı demokratik bir refleksti. Türk demokrasi tarihinde tek parti yönetimine son veren 14 Mayıs 1950 seçimleri kadar önemliydi 22 Temmuz. Millet, darbecileri ve ara rejim heveslilerini, demokrasiye oyun oynayanları sandığa gömdü.

Eksik bırakmayalım; 2007'nin büyük iktidar mücadelesi sadece iç politika alanında cereyan etmedi. 'İçeride' Türkiye'yi yeniden tanzim etmek isteyenler 'dış politika' üzerinden bunu kolaylaştıracak gelişmeleri de tahrik ettiler. Irak'ta Kerkük'e kadar inecek bir müdahale için bastırdılar. Müdahale, Türkiye'nin AB sürecini bitirecek, ABD ile sıcak çatışma kaçınılmaz olacak, Ortadoğu ve diğer bölge ülkeleriyle kurulan işbirliği ağları yerle bir olacaktı. Batı'dan ve bölgeden izole edilen Türkiye'nin önüne de Rusya-Çin-İran ittifakı konulacaktı gerçekmiş gibi...

Uluslararası alanda 'eksen değişikliği' dış politika gerekçeleriyle öngörülmüyordu; 'iç'te istediklerini yapabilmenin bir yöntemi veya gereği olarak tasarlanıyordu. Darbeciler Batı'dan ümitlerini kesmişlerdi. Özellikle AB sürecinin ve Türkiye'nin dünyaya ekonomik, toplumsal ve siyasal olarak açılımının demokrasiyi, piyasa ekonomisini ve hukuk devletini 'dayattığı'nı fark etmişlerdi; bu 'dayatma'dan kurtulmaya çalışıyorlardı. (...) 2007 yılında, bir yandan cumhurbaşkanlığı seçimi üzerinden krizler üretmek, öte yandan da 'AB'yi bırakalım, NATO'dan da çıkalım, ABD zaten bir numaralı düşman' söylemi dillendirmenin arkasında, bir kesimin 'tarihsel bir varoluş mücadelesi' yatıyordu. Milliyetçi/muhafazakâr kanatta da çok insana cazip geldi bu söylem aslında. Ama 27 Nisan'la yapılmak istenilen, milliyetçi/muhafazakâr kesimlerin 'demokrat' damarına bastı; sağın 'demokratik' hassasiyeti 'milliyetçi' tepkilerine galebe çaldı, 2007 böyle kurtuldu...

Umalım, demokrasi Pakistan'da da kazanır.

Zaman, 1.1.2008

İhsan Dağı

02.01.2008


 

Pakistan kurtarıcılarından kurtulmadıkça düze çıkamayacak

Ne El Kaide, ne de Taliban. Bugün Pakistan'ın başındaki en büyük felaket Müşerref'tir. O'nun baskıcı yönetimi devam ettiği sürece de Pakistan'ın sonu iyi olmayacak.

Müşerref, Pakistan'daki darbe geleneğinin bugünkü aktörü, ama mevcut tablo tek başına O'nun eseri değil (zaten istese de muhtemelen beceremezdi). Pakistan'ın asıl sorunu kendi ordusu. Kendi halkına gün yüzü göstermeyen ordusu. Demokrasiyi defalarca kesintiye uğratan, iktidara el koyduktan sonra da kolay kolay çekip gitmeyen, ülkenin kaynaklarını tüketen, Pakistan'ın fakirleşmesine, şeffaf ve sorumlu bir sivil yönetimin yeşermesine fırsat vermeyen askerleri.

Bugün Pakistan, bağımsızlığı birlikte kazandığı Hindistan'dan geride kaldıysa, komşusu dünyanın en geniş nüfuslu demokrasisini kurup, hiçbir askeri darbeye fırsat vermeden yoluna devam ederken, O değişen global dengelerin kırk yılda bir ortaya çıkardığı fırsatlardan yararlanamadıysa, bunda 'Pakistan'ı kurtarma' bahanesiyle darbe yapan orduyu hizaya getirememesinin payı büyük.

Bu elbette kolay değil. Çünkü ne kadar vatansever nutuklar atarlarsa atsınlar, kendi halklarına dayanamayan darbeciler mutlaka bir global güce dayanıyorlar. Müşerref'i de ABD destekliyor. Benazir Butto'nun yurt dışında eğitim almış olmasını O'nun hakkında şüphe uyandırmak için kullananlar, Müşerref'in de İngiltere'de (Royal College of Defence Studies'de) eğitim aldığını unutuyorlar; Pakistan'da darbe geleneğini başlatan ilk darbeci Eyüp Han'ın da İngiltere'nin Harp Okulu sayılabilecek Sandhurst'ten (Kraliyet Askeri Akademisi) mezun olduğunu hatırlatalım. Eğer sorunun kaynağı 'dış güç' ise bundan daha iyi 'dış güç' olmaz.

Babası Zülfikar Ali Butto darbeciler tarafından asılan Benazir Butto, Ravalpindi'deki Liyakat Park'ta cinayete kurban gitti. Acı tecelli, bundan 57 yıl önce, 1951'de Pakistan'ın ilk Başbakanı Liyakat Ali Han da aynı parkta vurularak öldürülmüştü. Ali Han, Keşmir Sorununu BM gözetiminde Hindistan ile uzlaşarak çözmek istiyordu. Soğuk Savaş döneminde tarafsızlıktan yanaydı ve SSCB ile de iyi ilişkiler kurmaya hazırlanıyordu. O'nun ordu tarafından öldürülmüş olabileceği ileri sürüldü, ama tıpkı Kennedy vakasındaki gibi katili hemen oracıkta öldürüldüğü için cinayet hiç aydınlatılamadı.

Butto bir arkadaşına gönderdiği notta 'ölürsem sorumlusu Müşerref'tir' diyor; partisi de delilleri örtbas etmeye çalıştığı için Müşerref'i suçluyor. Eğer bu doğruysa, Müşerref'in diktası devam ettiği sürece, 'içerideki soruşturma'dan sağlıklı bir sonuç beklememek gerek. Müşerref yönetimi, bırakın cinayetin açığa çıkarılmasını, işlenme biçimi konusunda bile çelişkili açıklamalarıyla Pakistan Halk Partisi'nin haklı tepkisini topluyor.

Müşerref şanslı, çünkü 'dinci terör'le mücadele, bugün dünyada iyi prim yapıyor ve sıkıştığı her durumda 'dinci militanları' bombaladığına ilişkin haberler ile bin ayıp örtüyor.

Ama O'nun şansı, Pakistan'ın şanssızlığı demek. Çünkü Müşerref 'kurtarmaya' devam edecek olursa, ortada kurtarılacak bir Pakistan kalmayabilir.

Star, 1.1.2008

Berat Özipek

02.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri