Kandil Dağı’nın vurulmasından sonra biz dahil ulusal gazetelerimiz her zaman olduğu gibi milli gururumuzu okşayıcı görüntüler ve başlıklarla çıktılar. Bunu eleştirmiyoruz. Bu son derece normaldir. Özellikle savaş durumlarında her ülkede ulusal gazeteler milli gururu okşayıcı haberlerle çıkarlar.
Ancak korkum, ‘ulusal gururumuzu okşayacağız’ derken yine meselenin özünü ve gerçek çözüm yollarını göz ardı etmeye başlayacağımızdır.
İnşallah yapılan askeri bir görevden sonra yine “Türk’ün Türk’e propagandası” çerçevesinde kalınarak ‘sıfıra sıfır elde var sıfır’ boyutunu aşamamamız ihtimali olmaz.
Bu ‘kendi kendimize propaganda’ durumu belki de bize en çok zarar veren, en fazla yanlışa sürükleyen tavırdır.
Özellikle ertesi gün Hürriyet’in ‘Konu komşu bilsin elimiz ağırdır’ başlığı ‘acaba otopropaganda havasına yine mi girdik’ sorusunu sordurdu bize.
Yıllardır kendimizle övüneceğiz diye, hiçbir zaman sorunlara gerçek çözümleri düşünmeye fırsat bulamadık.
Sorunlarla her karşılaştığımızda kendimizi övdük, sorunu bir kenara bıraktık. Sorunlar birikip en sonunda içinden tamamen çıkılmaz hale geliyor.
Kürt meselesinde aynen böyle oldu. İlk başlarda Kürtlerin varlığı bile reddedildi. İkinci aşamada baktılar ki reddederek bir yere varılmayacak, o zaman da komik komik teoriler filan atıldı ortaya.
Bu arada temeldeki sorunla uğraşılmadı. Bir sonraki aşamada baskı yapılma yoluna gidildi.
Bunun da bir sonuç getirmesi beklenmiyordu gerçekten ama yaratıcı düşünceye rağbet olmadığından sonuçsuz kalacağı belli olan kısır döngüde kalmakta ısrar edildi.
En sonunda terör patladı. Bir anlamda “PKK’yı devlet yarattı” da diyebiliriz. Çünkü sorunlar göz ardı edilmeseydi, biraz yaratıcı düşünülseydi, Kürtlere biraz sahip çıkılsaydı, baskıdan medet umulmasaydı PKK da olamazdı. Onun varlık nedenini yok etmiş olurduk.
Bütün bunlar yapılamadı. Belki şimdi boşu boşuna dövünmenin de anlamı olmayabilir ama bir sorunda kendimize düşen hata payını görmezsek o hatayı durmadan tekrarlamak yoluna gidebiliriz.
Şimdi kimse diyemez ki; ‘ordumuz Kandil Dağı’nı bombalamakta hatalıdır’. Çünkü uzun zamandır tahrik edildi ve harekete geçilmesi artık önlenemez hale gelmişti.
Önceki sabaha karşı yapılması gereken yapıldı ama görülmesi gereken şudur:
Biz istersek Kandil Dağı’nı tamamen yeryüzünden silelim, terörü doğuran sosyal, ekonomik ve kültürel çerçeve yeryüzünden silinmedikçe, askeri başarıyla kendi kendimize ne kadar övünürsek övünelim, bunun gerçekten bir önemi olmayacak.
Acı gerçek budur. Bu tür acı gerçekleri görememek bizim devletimizin tarihi gibidir. PKK terörü durumunda böyle oldu, türban meselesinde de aynen böyle oldu.
Türkiye Cumhuriyeti kendi kendiyle övünüp, 10. Yıl Marşları filan söylerken, kendisine uygun gelmeyen her fikri talebi hainlik olarak görüp baskı altına almaya çalışırken, türban gerçekten de demokratik bir hak, bir bireysel özgürlük meselesi halinde olduğu zamanlarda, masum taleplere entelektüel şiddetle ve baskıyla karşılık verdi.
Birey hakları ve özgürlükleri meselesi el birliğiyle politik bir meseleye, ondan sonra da değiştirecek bir sürece dönüştürüldü.
Onca övünmeden, onca yıllık iktidardan, onca marş ve mitingden sonra bugün Türkiye’de ‘ılımlı İslam’ rejimi gerçek bir alternatif olarak ortaya çıkmışsa ve ‘Cumhuriyet’ rejimi gerçek bir mağlubiyet yaşamaktaysa bunun suçunu sadece kendimizde aramamız gerekiyor.
‘Bir Türk dünyaya bedeldir’ deyip çeşitli durumlarda tarih filan yazıyor olabiliriz de bugün Türkiye kendi yarattığı iki sorun nedeniyle içten içe kendisini yiyip bitirmektedir.
Kendi kendimize propagandadan vazgeçip, rasyonel bir bakış açısıyla gerçek sorunlara gerçekçi çözümler üretmeye başlamalıyız.
Şu anda konu komşu bizim elimizin ağırlığını biliyor olabilir ama biz de PKK meselesinin çözümünün hâlâ beklediğini ve asıl önemlisi Kürt meselemizin çözümünün ortada olduğunu anlayalım. (...)
Akşam, 18 Aralık 2007
|