Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı’nın desteklediği “ Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları “ başlıklı araştırma geçen gün yayınlandı.
Ankara Üniversitesi’nden Prof. Mithat Sancar ile Dr. Eylem Ümit’in hazırladığı rapor, hâkim ve savcılar arasında “siyasallaşmanın” ciddi boyutta olduğunu gösteriyor.
“Yargının siyasallaşması” deyince tüyleriniz diken diken oldu değil mi? Haklısınız. Olmalı da...
Soracaksınız: “Peki, hangi partiye eğilim duyuyormuş yargı bürokrasisi?”
Cevap: Devlet Partisi!
Gelin rapordan hareketle devlet partisinin ideolojisini ortaya koyalım...
Yargı bürokrasisinde aşağıdaki fikirler hatırı sayılır bir ağırlığa sahip:
- İnsan hakları, devlet açısından tehdit oluşturabilir.
- Devlete karşı işlenen bir suç ile devlet görevlisi tarafından işlenmiş bir suç arasında “nitelik” farkı vardır. Davalar bu fark gözetilerek görülmelidir.
- Birçok yargıç ve savcı, karar verirken temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası anlaşmaları gözetmiyor.
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) verdiği kararlar yargı bürokrasisinde hoşnutsuzluk yaratıyor.
- Ceza Kanunu’ndaki tartışmalı madde 301’in devamını isteyenler, kalkmasını isteyenlerden fazla.
Buradaki zihniyetin, yargıç ve savcıların gündelik hayatındaki diline yansımasından ise şu tip cümleler çıkıyor:
- “ Benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem. “
- “ Devletim olmadıktan sonra bireysel özgürlüğüm işe yaramaz. “
- “ Uluslararası anlaşmalar mı?.. Valla bu sistemimize müdahaledir yani... “
- “ Evet, devlet görevlisi olan sanıklara daha anlayışlı davranıyoruz. Böyle bir eğilim var. Biz ‘Vatan, Millet, Sakarya’ diye yetiştirilmişiz. “
Bu sözlere tarafsız bir gözle baktığınızda, yargı bürokrasisinin siyasallaşmış olduğunu görürsünüz.
Çünkü “ devletin yüksek menfaatlerinin savunulması “ olarak gösterilerek “ siyaset üstüymüş “ izlenimi yaratılan bu fikirlerin (ve uygulamaların) tamamı aslında siyasetin ta kendisindir.
Biz vatandaşlar olarak mahkemelerden ne bekleriz? Basit: Kanunların hakkaniyetli biçimde uygulanmasını.
Yani mahkemenin “ taraf “ olmaması en büyük dileğimizdir. Mahkeme “ terazi “ gibi olmalı, yani “ teknik “ davranmalıdır.
Halbuki yukarıdaki sözlere baktığınızda... “ Askeri, polisi, istihbaratçısı, jandarması “ olan sokaktaki vatandaşmış da... Hâkimler ve savcılar bu gücün karşısında zavallı devleti korumaya çalışıyormuş havası yaratılıyor.
İşte devlet partisinin ideolojisi böyle bir şey: Korunması gerekeni değil, zaten güçlü olanı korur. Sadece yargı bürokrasisinde değil, askeri ve sivil diğer bürokratik kadrolarda da hâkim olan bu ideoloji, uluslararası anlaşmaları sevmez.
O anlaşmalar diğer devletleri de değil, sadece Türkiye’yi bağlıyormuş gibi bir intiba uyandırmaya çalışır. Mesela Avrupa Birliği’nden gelen taleplere kızar, köpürür. AB’nin üyelik yolundaki diğer ülkelerden aynı şeyleri istediğini görmezden gelir.
Yukarıdaki fikirleri öne sürenler, bunu “ Türkiye’nin çıkarını savunmak “ için yaptıklarını söyler.
Hayır! Bu büyük bir yalandır.
İşte gördünüz... Emekli komutanlar, Kürt sorununda hata yaptıklarını itiraf ediyor.
Halbuki zamanında, “ Yanlış yoldasınız, bu işi böyle bitiremezsiniz “ diyenleri, “ Hayır, Türkiye’nin çıkarı bunu gerektiriyor “ iddiasıyla susturuyorlardı.
“Türkiye’nin çıkarı” diye sundukları politikanın, kendi dar görüşleri olduğu nihayet apaçık ortaya çıktı.
Binlerce şehit, ölü, yaralı... Boşa harcanan milyarlarca dolar... Devlet Partisi’nin, Türkiye’nin sırtına vurduğu yükü varın siz hesaplayın.
Sabah - 30.11.2007
|