Komşum, yazarımız “ben bir ateist olarak...” diye başlıyor cümlesine... Gerçekten mi? Siz ateist misiniz? Yani ‘tanrı tanımaz’ mısınız? Gerçekten mi? Olamaz!...
Kültür Bakanıydım. Aziz Nesin’in Türk edebiyatındaki yerinin büyüklüğünden söz ettim. Milli Kütüphane’de ‘İt Kuyruğu’nu okurken kendimi tutamadığımı ve kahkahalar atarak dışarı çıktığımı anlattım... Sanırım hoşuna gitti, benimle görüşmek istedi. “İlk defa bir bakana gidiyorum” dedi. Bir görüşmemizde sordum: “Aziz bey siz ateistim diyorsunuz... Gerçekten öyle misiniz?” “Evet öyleyim” dedi. “Peki siz var mısınız?” dedim. “Varım!” dedi. “Nereden belli, belkide yoksunuz...” dedim. “Bilincimden!..” dedi. “Peki sizin bilincinizle varlığın bilincini karşılaştırsak nasıl olur?” diye sordum. “Benimki sıfıra yakın olur” dedi. “Peki bilincin sıfıra yakın olanı var da... Sonsuz bilince siz yok mu diyorsunuz?” dedim. Biraz düşündü ve sakince dedi ki: “Ben bütün evreni vareden ve yöneten gizli bir kudrete inanıyorum.” Dedim ki “Aziz bey işte biz Müslümanlar, O Kudrete Allah diyoruz!..” Aziz bey: “Ben sizin söylediğiniz anlamda Allah’a inanıyorum” dedi.
Bu konuşmamız benzer ifadelerle aynı anlamda Ceviz Kabuğu’nda tekrarlandığı için kimse “olmamıştır” diyemez. İzleyenler görmüşlerdir. Ben evimden telefonla katılmıştım. Aziz Nesin “Ben Namık Kemal Zeybek’in dediği anlamda Allah’a inanıyorum. Zaten bütün Müslümanlar onun gibi olsa Müslüman da olurdum” dedi. Nükte yapmak istedim: “Aziz bey, seni seviyorum, gel Müslüman ol da kurtul!” dedim. Gözleri nemlendi. “Ben iyi işler yapıyorum, çocukları okutuyorum” dedi. Bir yazarımız benim adımı vermeden - Yaşlı adamı TV yoluyla Müslüman olmaya zorladığımı yazdı. Nasıl oluyorsa...
Ben insanların tanrı tanımaz olabileceklerine inanmam. Tanrı’ya herkes inanır. Sadece tanımını başka türlü yapar, diye düşünürüm.
Sözgelimi içinde bulunduğumuz gökadayı bir düşünelim. Yüz milyarlarca yıldızdan oluşan bir varlık... Bir ucundan öteki ucuna ışık olsanız yüz bin yılda gidersiniz. Ve evrenimizde yüz milyarlarca gökadanın varlığını biliyorsunuz. Sadece dünyamızı düşünsek... Evrende bir nokta... Daha neler neler... Kadınlar ve erkekler, çifter çifter canlılar... Cansız sandıklarımız içindeki varlıklar... Atomun yapısı ve dağılınca ortaya çıkanlar... Ağaçlar, meyveler, tohumlar. Bir elma çekirdeğinde bütün bir ağaç...
Bütün bunlar, bu dengeler, bu oluşumlar, bu oluşlar nasıl oluyor... Maddenin kendi içindeki kudret mi? Tabiat mı? Tesadüf mü? Evrim mi?
Hayır siz tanrı tanımaz değilsiniz... Sadece Tanrı’nın adını değiştiriyorsunuz. Madde, tabiat, tesadüf, evrim diyorsunuz.
Ben Müslüman’ım, ve Müslümanlığı Tanrı’nın Elçisinin Şah-ı Velayet Ali’ye ve o yoldan da Hasan-ı Basriye ve Halaç Mansur’a ve Ebül Hasan Harakani’ye ve Ahmet Yesevi’ye ve Hacı Bektaş Veli’ye ve Mevlana’ya ve Yunus Emre’ye ve Hacı Bayram Veli’ye öğrettiği gibi anlarım.
Allah’ın sonsuz boyutta sonsuzluk olduğunu bilirim. Evel O’dur, Son da... Görünen her şey ile görünmeyen her şey de... Zahir de, batın da O...
Müslümanlıkta Allah’ın varlığı üzerinde çok durulmaz. O apaçık bellidir. Allah’ın birliğinden çok söz edilir:
“La ilahe illallah” denilir.
Allah’ın Elçisi Muhammed Mustafa insanlara Allah’tan haberler iletmek, inananları arındırmak, varlık kitabını anlatmak, derin bilgileri öğretmek ve bilmediklerimizi öğretmek üzere geldi.
La ilahe illallah sözü arınmanın açarıdır.
“Allah’tan başka ilah yoktur” dinin dış bilgilerindeki anlamıdır. “Allah’tan başka amaç yoktur.”Allah’a yolculuk edenlerin verdiği anlamdır. Ulaşanların bildiği anlam ise “Allah’tan başka mevcut yoktur.” Kutlu kitapta ise her bilgi ve bilinç düzeyine ayrı çağrılar vardır.
Radikal - 30.11.2007
|