Önümüzdeki günlerde YÖK’de bir başkan değişimi daha yaşanacak.
Prof.Dr. Erdoğan Teziç’in damgasını vurduğu ya da vuramadığı bir dönem daha geride kalıyor.
Bu başkan değişimi üzerinden de dikkatler yine YÖK üzerine çevrilecek ve bu önemli kurumun yakın dönem performansı büyüteç altına alınacak.
***
Türkiye en azından son altı senedir, 2001 kriz sonrası büyük bir dönüşüm sürecinin içinde.
Türkiye’nin bu önemli toplumsal, ekonomik, siyasal dönüşümünün temel belirleyicisi dünyanın son yirmi senedir içinde bulunduğu süreç.
Dünya çok hızlı değiştiği için Türkiye de bu sürecin dışında, biraz gecikmeli de olsa, kalamıyor ve iyi ki de kalamıyor.
Gecikmenin temel nedeni de ülkemiz kurumlarının önemli bir bölümünün, başta yargı ve üniversitelerin küresel dönüşümü algılamada zafiyeti ve hatta isteksizliği.
Bu küresel dönüşüme uyumsuzluk , YÖK gibi, özünde ülkenin lokomotifi olması gereken bir kuruma dahi yansımışsa sorun daha da ciddi demektir.
***
YÖK’ün temel performans kriteri, kanımca, ülkemizin ve lisansüstü eğitimin bugünkü koşullarında, yurt dışına gönderebildiğimiz doktora öğrenci sayısı ve ülke içinde de yükseköğretim ve daha spesifik olmak üzere lisansüstü öğrenci başına yaptığımız harcamaların trendi olmalı.
Eğitim konularında en ciddi araştırmaların altına imza atan OECD verilerine göre avro ve satın alma gücü paritesi bazında ABD’de yükseköğretim öğrencisi başına yapılan harcama 17 bin avro düzeyine çıkarken, İngiltere’de 7.6 bin avro, Almanya’da 6.7 bin avro, Fransa’da 6.3 bin avro, Güney Kore’de 5.3 bin avro, İtalya’da 4.1 bin avro.
Bu gelişmiş ülkelerin yanında hatta çoğunun önünde ilginç bir ülke daha var ve bu ülke öğrenci başına harcaması 7.7 bin avroya yükselen Brezilya.
Türkiye daha bu büyüklükleri rüyasında bile göremiyor.
21. yüzyıla damgasını vuracak temel kavram küresel rekabet olacak ve bu acımasız da olabilecek rekabet ortamında yükseköğretime daha fazla kaynak ayıran ülkeler ve, adını net koyalım, ABD’de daha fazla doktora öğrencisi yetiştiren ülkeler öne çıkacak.
***
Yükseköğretimde öğrenci başına harcamayı YÖK tek başına belirleyemiyor, bu bir gerçek ama bu kurumun son yıllardaki temel kaygı ve ilgi alanlarına baktığınızda bu konunun ön planda olduğunu söylemek de pek kolay ve gerçekçi değil.
Laiklik, türban, katsayı, 367, bir rektör ve hatta öğretim üyesi tipolojisi oluşturma gibi konuların uzun bir süredir yükseköğretimden sorumlu kişi ve kurumların temel iştigal alanı olmadığını söylemek pek kolay değil.
YÖK’ün siyasal iktidarla bu ölçüde kavgalı olmasının yükseköğretime yani kamu hizmetine bir faydasının olamayacağı çok açık.
YÖK gibi bir kurumun siyasal iktidarla tek çekişmeli hatta gerektiğinde kavgalı olması gereken alan bu kamu hizmetine ayrılacak ödenek, ABD’ye gönderilecek doktora öğrencisi sayısı gibi konular olmalıydı.
Küresel değişimi çok iyi okuyamayan yükseköğretim kurumları Türkiye’ye küresel rekabette büyük maliyetler yüklüyorlar.
Star, 21.11.2007
|