Sera Gölü o gün bugün yerinde duruyor, sakin ve sessiz. Ama bakan ve gözlem yapanlara kazandırdığı anlamlar ise sonsuz ve bir o kadar hareketli. Uzaktaki köylere uzanıp giden yollarıyla, etrafındaki koyu yeşil ağaçlarıyla, üzerindeki ördekleriyle, bazen gezintiye çıkan kayığıyla, kendisine uzun ve karanlık bir kuyruk oluşturan kaynağıyla, insan eli değse bile yine de bir düzenden haber veren lokantalarıyla, açılan bir kitabın tam ortasında bulanmış bir mürekkep döküntüsü gibi gözüken suyuyla bir anlam tomarıdır.
İlk gördüğümden beri onu ve yöresini her seyrettikçe duyup hissettiklerim sayıya gelmez. Haftalık yazıma başlık olmasının sebebi bu işte. Ondan ayrılsam da hayalimde kazınmış olacak. Aslında gördüğümüz her manzara böyledir. Tabiat anlam yüklü; gözlem yapanlar için büyük bir kitap; düşünenler için ise ruhlara gıda, bitmez bir hazine…
Göl hâlâ orada. Oradan ayrılacağım bugünlerde bile her an değişik anlamlar sunuyor. Bu anlamları net bir şekilde okuyabiliyorum; ama içimi onunla örtüştürmeye çalışmam ise onun vurguladığı anlamlar karşısında çok sıska kalıyor. Sera Gölü gibi bütün güzellikler, tabiatta olan her şey güzel ya, vereceklerini perdesiz veriyorlar. Onların üstü kapalı hiçbir şeyleri yok. Yorumlayanların anlam derinlikleri farklı sadece.
Ama bir de insana bakıyorum; çok daha karmaşa bir varlık. An be an değişikliğe uğramaktadır. Şimdi gülüyorsa birkaç saniye sonra ağlamayacağına kimse garanti veremez. Kendini güçlü sanan insanın bir sineğin verdiği rahatsızlıktan huzuru kaçabiliyor. İç dünyasında gelgitler yaşayabiliyor, savaşların ortasında kendini bulabiliyor. Her an bir iç boşluğu, bir anlamsızlık ve bir doyumsuzlukla karşı karşıya gelebiliyor. İnsan her an tetikte olmazsa büyük bir sendromla yüz yüze, burun buruna demektir.
Tetikte olmak, iç dünyasında ve çevresinde olan şeylerin farkında olmak, onların hikmetlerine inmek demektir. Yani, şimdi gülüyorsa insan, beklesin ki yarın ağlayacak… Şimdinin peşin zevklerini bitirmeye çalışırsa, sonradan gelecek zor anları ona çok pahalıya mal olur. Belki de büyüklerin az güldüklerinin, kahkahadan uzak durduklarının sebebi bu. Çünkü iyi biliyorlar ki, hayat tekdüze gitmez. Ve büyük demek yarını tahmin etmek demektir. Asıl huzur da hayatın bu özelliğine bilinçli olarak uyum sağlamak.
Sera Gölü yerinde duruyor. Ben yerimde miyim? İç dünyamda büyük bir karmaşa var. Savaş mı desem, bir deprem mi desem yoksa bir boşluk mu desem! Ben kendimi hâlâ anlayamadım anladığımı sandığım halde. "Benim" gibi milyarları hesaba katarsanız insanları anlamaksa çok daha zor.
Sera Gölü yerindedir ve yakın zamanda bir afetle birlikte haritadan silinmezse, bakanlara çok şeyler vermeye hazır bekleyecek. Onu bir daha görmezsem, görenleriyle duygu alış verişlerini sürdürecek. Hiç kimseye ayrıcalık yapmaz o.
Tabiatın bir nesnesiyle kendini kıyaslayan var mı? Gördüğü farkı yaşamaktır asıl olan. Sizi bilmem ama ben her gözlemimde tabiatta bir büyük teslimiyet ve hakkına razılık görüyorum. Nesnelerin bunun bilincinde olmadığı belli. Bizim bu farkı bilinç düzeyine çıkarmamız ise, belki de huzurun yolunu açmada en büyük bir adımdır. Meselâ, geceleyin ay ışığında gökyüzünü seyretmek, o sessizliğin gizemine dalmak, bir deniz ufkunu, bir çağlayanı, bir buz kesen kutbu aynı anlamla gözlemek çok şeyler verir insana.
Kendimize de bu sessizlikte bakmak daha etkili. İçimizdeki fısıltıları bu ruh atmosferinde duymak daha kolay. Gözlem yapmadan kendimizi anlamak ne mümkün? Bunu yapmadan çevremizdeki güzelliklerin anlamına da eremeyiz.
Ve Sera Gölü şimdilik gökten inen bol rahmetin altında serinlenedursun ve kendini bir başka bahar için yine yerinde sessiz duradursun, bizim ona "elveda" deme zamanının da geldiğini söyleyelim. Bir daha görmeye mi? Elbette, ya nasip! Ama içimde bir garip burukluk var.
Elbette, ayrılık burukluğun habercisidir.
[email protected]
|