Gençlerimize sürekli telkin ediyoruz. Aman çocuklar bol bol okuyun. Okuyun, okudukça farklılaştığınızı, değiştiğinizi, bilgi ve kültürünüzün arttığını göreceksiniz, diye sürekli onlara tavsiyelerde bulunuyoruz. İyi ama neyi, ne zaman, ne kadar okumalılar, diye pek fazla bir fikir teatisinde bulunmuyoruz doğrusu. Okuyun da, ne okursanız okuyun mu demek istiyoruz acaba? Yoksa seçici olmalı mıyız?
Efendim bendenizin hafızasını bir yoklarsanız, o kadar çok işe yaramayan bilgi var ki, doğrusu boş kaldığım zamanlar bu bilgi çöplüğündeki lüzumsuz bilgiler hayal dünyamı berbat ediyor. Elbette safi zihinleri tağyir etmemek için bu bilgi çöplüklerinden bahsetmemek gerekir. Zira bahsettiğinizde, onları başkalarına da aşılamış olursunuz. Hani belki çoğunuz duymuşsunuzdur. Bir “Tilkinin Kızıl Kuyruğu” anekdotu var. Adamın biri yolda giderken bir peri kızına rast gelir. Peri kızı adama der ki, “Dile benden ne dilersen, istediğin her şeyi vereceğim, ancak aklından hiçbir zaman “Tilkinin Kızıl Kuyruğu” nu geçirmeyeceksin. Adam razı olur ve istediği her şeye sahip olur. Ancak adam bir türlü rahat değildir. Zira önceleri hiç aklında yokken, şimdi beynini kurcalayan bir şey vardır: “Tilkinin Kızıl Kuyruğu” ifadesi. Ne yapsa bir türlü aklından çıkmıyor. Bir gün tahammül sınırı sona erer ve sabah uyandığında var gücüyle bağırır: “Tilkinin Kızıl Kuyruğuuu”. Hikâye bu ya, hemen peri kızı ortaya çıkar ve ne vermişse hepsini geri alır. İşte o hesap, biz de bu türden bilgi çöplüklerini fazla kurcalamayacağız. Ancak örnek vermeden de olmuyor.
Küçüklüğümde bize öğretilenler içinde bir “Şuppiluliuma” diye bir isim vardı. Eski medeniyetlerden birinin bir kralı imiş. Yani bu adamın benim hafızamda işi ne? Zaman zaman zihnimden geçip duruyor. Ne diye bu ismi bana öğrettiler? Bana ne faydası var? Belki diyeceksiniz ki, işte şu anda bir örnek olarak kullandım ve bir işe yaradı. Doğru da söylenmesi bile zor. Söylediğinizde başkasının kulaklarını tırmalayacak düzeyde düzeysiz bir isim. Neyse bu türden siz de hafızanızı bir kontrol ediniz. Ne kadar lüzumsuz bilgilerle dolu olduğunu göreceksiniz. Peki bunun sorumlusu kimler?
Efendim, gerek kitap, dergi, gazete gibi yazılı basın, gerekse medya olsun çoğu zaman o kadar çok lüzumsuz bilgi ve haberlerle bizleri meşgul ediyorlar ki, bunlardan kurtulmak neredeyse imkânsız. Önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, bütün bu lüzumsuz malûmat birer virüs gibi zihnimize üşüşüyorlar ve zihnimizi boş yere meşgul ediyorlar. Bediüzzaman da bu dertten muzdarip olduğunu bir vesileyle belirtir. Zihnimizin kontrol edilmesi halinde birçok muzır malûmatla dolu olduğuna işaret eder.
Aslında meşgul olmamız veya okumamız gereken şeylerin, ya dünya menfaatine, ya uhrevî menfaate veya her ikisine de menfaati dokunması gerekir. Zaten insan günlük ibadetlerini yerine getirdiğinde, sair meşrû faaliyetleri de ibadet yerine geçtiğinden, bu minval üzere çaba sarf eden bir insan, her iki dünyasını da mamur etmiş olacaktır. Aksi durumda, yani uhrevî faaliyetleri askıya alarak, sırf dünya işleriyle meşgul olduğunda ise, ne iş yaparsa yapsın, sonunda elinde hiçbir şey kalmayacağından, boşa giden bir ömür yaşamaya mahkûm olacaktır.
İnsanız ve hafızamıza musallat olan bilgi çöplüğünden kurtulmamız mümkün değildir. Ancak Bediüzzaman’ın dediği gibi, “Güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen hayatından lezzet alır.” O halde hafızamızdaki bilgi çöplüğünün içinde bile nice şeyler var ki, güzel bir düşünceyle onları da faydalı hale getirebiliriz. Şairin dediği gibi, “Harabat ehlini hor görme Şakir, hazineye malik viraneler var.”
|