Sağolsun, Prof. Dr. Şerif Mardin zaten az mülakat veren bir isimdi, herhalde bundan sonra bir daha hiç mülakat vermeyecek; çünkü, onun sözlerini alıp yanlış anlamakta veya ondan anlamak istediğimiz şeyleri anlayıp geri kalan sözleri yok saymakta üstümüze yok.
‘Mahalle baskısı’ Prof. Mardin’in olağanüstü güzellikte bir kavramsallaştırması. Ama kastettiği ‘mahalle’ acaba hangi mahalle? Hepimizin oturduğu, fiziki mekân da olan mahalleleri mi söylüyor Şerif Mardin, yoksa daha soyut bir ‘mahalle’den mi söz ediyor?
Bugünlerde Türk basınının köşeleri ‘mahalle baskısı’ndan ve ‘Anadolu’dan söz eden yazılardan geçilmiyor neredeyse. Ama bir şey dikkatimi çekiyor: Yazarlar, ‘Anadolu’ derken sanki çok uzaktaki bir masal ülkesinden söz ediyormuş havası veriyorlar.
Ve yine aynı yazarlar öyle bir hava veriyor ki, Anadolu’yu bir tek onlar biliyor, başka kimse onlar kadar bilmiyor ve Anadolu ‘kötü’ bir yer.
‘Mahalle baskısı’nı fiziki mekân olan gerçek mahallenin, hadi bilemediniz ‘sosyal çevre’nin baskısı olarak görüyor ve bu baskıcı mahalle ya da çevrenin Anadolu’da çok daha etkili olduğunu söylemeye getiriyorlar.
Doğru mu bu tespitler, yoksa bütün kötülükleri yeterince bilinmeyenin üstüne yıkma, yani bir çeşit ‘demonizasyon’ çabası mı?
‘Türban serbest kalırsa Anadolu üniversitelerinde neler neler olur’muş. Neler olurmuş? 10 yıl önceye kadar pek çok Anadolu üniversitesinde türban fiilen serbestti. Ne oldu? Oralardan mezun olanlar ne oldu? Oralarda türbansızların zorla örtünmesi için bir ‘baskı’ mı kurulmuştu?
İstanbul’dan çok Anadolu’nun devasa bir değişim, hadi Turgut Özal’ın diliyle söyleyeyim ‘transformasyon’ geçirdiğinin hangimiz ne kadar farkındayız?
Sıvas’ta veya Kahramanmaraş’ta veya Van’da veya Denizli’de veya Kütahya’da veya Yozgat’ta veya Rize’de gündelik hayatın diyelim 15 yıl önceyle kıyaslanamayacak kadar değiştiğini, modernleştiğini, Batılılaştığını gören kimse yok mu?
Hâlâ ‘bütün kötülüklerin anası’ Anadolu imaları bence çok anlamsız. İşin garibi, bu imaları yapanların tamamının, seçim öncesi süreçte Anadolu’nun siyasi eğilimleri konusunda fena halde yanılmış olmaları ve bugün bu yazıları yazmaya neredeyse hiçbir özeleştiri/kendini gözden geçirme yapmadan yeniden soyunmaları.
‘Benim gördüğüm gerçekle, sandıkta ortaya çıkan gerçek arasında bir mesafe vardı, herhalde sandık değil ben yanıldım, o zaman kendimi yeniden gözden geçirmek en azından okuruma daha sağlıklı analiz sunmak için yapmam gereken bir iştir’ diyene ve bunu yapana rastladınız mı?
‘Köylü perişan, seçimde Anadolu AKP’yi silip süpürecek’ diye iddialı öngörülerde bulunanların bir tekinin bile, 2002-2007 arasında Türkiye’de kaç traktör satıldığı, Ziraat Bankası’nın tarımsal kredileri ve bu kredilerin geri dönüşleri konusunda açıp tek bir istatistik okumadığı ortaya çıktı. Ve şimdi yine Anadolu’dan başka bir ülke, hatta bir masal ülkesi kıvamında söz ediyorlar.
Türkiye ne Pakistan, ne Malezya, ne Cezayir, ne de Fas. Bu ülkeyi oralarla kıyaslamak başka her şeyden önce bu toprakların tarihine, gururuna, gelişim çizgisine ve kendimize bir nevi hakaret.
Peki Türkiye İslamlaşır mı? İslam dininin söz konusu olduğu hiçbir yerde büyük konuşmamak gerek ama şundan adım gibi eminim: İslamlaşmak bize demokrasi yoluyla değil, demokrasinin yokluğu veya demokrasinin yönetememesi durumlarında kesinlikle gelir. (Bugünkü iktidarı 90’lı yılların ‘yönetemeyen demokrasi’sine borçlu olduğumuzu unutmayın.)
O yüzden, yeni anayasa çabaları önemli ve yeni anayasa oluşumunun her aşaması çok dikkatli ve aynı zamanda eleştirel bir gözle izlenmeli. Yeni anayasa Türkiye’de demokratik hakları geri götürecekse ve demokrasinin yönetebilirliğini sakatlayacaksa, ona mutlaka karşı durmak gerekir.
Şu anki haliyle kuvvetler birliğini pekiştiren bir anayasa, Türkiye’de demokrasinin yönetebilirliğini sakatlayacak bir anayasadır. Onu bilir, onu söylerim.
Radikal, 21 Eylül 2007
|