Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin Prof. Dr. Baskın Oran ve Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu hakkındaki beraat kararını bozması, ne yazık ki, demokrasi ve özgürlükler açısından olumsuz bir gelişmedir.
İyiye işaret değildir.
Suçu neydi iki akademisyenin?
Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu kapsamında bir Azınlık Hakları Raporu hazırlamış olmaları...
Vatandaşlık, etnik ve kültürel çeşitlilik, dinsel, dilsel ve etnik azınlıklar gibi barış ve istikrar açısından son derece duyarlı konuları ele alarak yeni yaklaşım ve tanımlar tavsiye etmeleri...
Hak ve özgürlük alanlarının genişletilmesinden yana tavır koymaları...
Suçları buydu!
Dava bu nedenle açıldı. İki değerli akademisyen hakkında, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek”ten dolayı sekiz yıla kadar ağır hapis cezası istendi.
Ancak, Ankara 28. Asliye Ceza Mahkemesi beraat kararı verdi. Yargıtay 8. Dairesi’ne gelince, 12 Temmuz 07 tarihli bozma kararını -nedense gecikmeli olarak- bugünlerde kamuoyuna duyurdu.
Şimdi Prof. Oran’la Prof. Kaboğlu 8 yıl ağır hapis cezası istemiyle yeniden yargılanacaklar.
Yazık!
Bir de karşı oy var.
8. Daire üyesi Hamdi Yaver Aktan bozma kararına katılmadı.
Gerekçesi şöyle:
“Rapor, resmi görüşe karşı eleştiriler getiriyor ve entelektüel derinlik taşıyor diye yadsınamaz. Bireylerin Anayasa’ya aykırı düşünmelerine engel bulunmamaktadır. Raporun hiçbir yerinde şiddete tahrik yoktur. Kamu güvenliğinin bozulmadığı, açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkmadığı açıktır.”
Baskın Oran’la dün sohbet ederken Yargıtay kararının altında yatan zihniyeti eleştirdi:
“Böyle bir zihniyet varken, bu ülkede özgürlükçü bir anayasa nasıl yapacaksın ki?.. En iyisini yapsan da yargıda böyle bir zihniyet varken, demokrasi nasıl gerçekleşir ki?..”
Şöyle devam etti:
“Bu zihniyetin koltuk değneklerinin kırılması gerekir. Öncelik buna verilmeli. Nedir bu koltuk değnekleri? Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesidir. Bizi şimdi mahkûm etmek isteyen 216. maddedir. Sanıkların bile kendilerini savunmasını neredeyse suç sayabilecek kadar geri olan 288. maddedir.”
Şunu ekledi Prof. Oran:
“AKP hükümeti, eğer demokrasi ve özgürlükler konusunda samimiyse, kararlıysa, sivil anayasayla Türkiye’nin önünü gerçekten açmak istiyorsa, o zaman bir an önce harekete geçip bu koltuk değneklerini kırmalıdır.”
Demokrasi kolay değil.
Bu ülkede hak ve özgürlüklerin kolu kanadı kırıldığı içindir ki, Türkiye’de kin ve nefreti besleyen bataklıklar bir türlü kurumuyor.
İfade özgürlüğü sınırlandığı için, kimliklere yeterince özgür alan tanınmadığı için, insanların bu ülkede diliyle, diniyle, inancıyla uğraşıldığı için, devlet torna tezgâhından çıkmış tek-tipçilikte ısrar ettiği için bu ülkede meydan ne yazık ki saldırgan bir ulusalcılığa, saldırgan bir milliyetçiliğe kalıyor.
Eğer demokratik hak ve özgürlüklerin kolu kanadı bu kadar kırılmasaydı, daha barış ve huzur içinde yaşayabilirdik. Bölücülük de bu denli güçlenmezdi!
Ve belki de ne Rahip Santori, ne Hrant Dink cinayetleri, ne de Malatya’daki o korkunç katliam başımıza gelirdi. Anadolu’daki bir futbol maçında Ermeni karşıtı tezahürat da kulaklarımızı tırmalamazdı.
Sorunları halının altına süpürmekle bir yere varılamadığını, varılamayacağını seksen küsur yıldır hâlâ anlayabilmiş değiliz.
Kürt sorunu, Ermeni sorunu, azınlık hakları, vatandaşlık tanımı...
Bütün bu gibi konulara cesaretle yaklaşanları caydırmaya, mahkûm etmeye çalışmanın, barış ve huzur açısından bu ülkeye büyük bir kötülük olduğunu bunca yıllık acı deneyime karşın daha hâlâ kavrayamadık.
Asıl bu tavrın, bu zihniyetin toplum içinde kin ve nefret tohumları ektiğini, bölücü ve cepheleştirici sonuçlara yol açtığını bir an önce öğrenmemiz gerekiyor.
Çok geç kaldık.
Tabii bu gerçeği anlamak durumda olanların başında siyasetçiler ve siyaset kurumu geliyor.
Onlar çok çok geç kaldı!
Bugünkü sorumluluk, yani Baskın Oran’ın kırılması gereken koltuk değnekleri olarak nitelediği 301, 216, 288 gibi TCK maddelerini demokrasi adına etkisiz kılmak ise AKP iktidarına düşüyor.
Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin kararını okurken, Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözü, Kürt sorunu ve milliyetçilik gibi konularda Demirel’le yıllar önce yaptığım bir sohbeti hatırladım.
Bunu da yarın yazacağım.
Milliyet, 15.9.2007
|