Devlet zirvesindeki ilişkileri, protokol düzenler. Siz, muhatabınızı sevseniz de sevmeseniz de, hatta ondan nefret etseniz de, kurallara uymak mecburiyetindesiniz. Bu mecburiyet, hem sade vatandaşı ilgilendirir, hem de asker-sivil bütün bürokratları ve siyasetin tepe noktasında bulunan her bireyi.
GATA’da diploma töreni için cumhurbaşkanını davet ediyorsunuz, o da bu davete icabet ederek sizi onurlandırıyor. Sonra da, protokol kurallarını çiğneyerek, Abdullah Gül yerine oturmadan, oturuyorsunuz. Yok efendim ona, “cumhurbaşkanım” yerine “cumhurbaşkanı” diye hitap ediyorsunuz. Cılız bir alkışla memnuniyetsizliğinizi gösteriyorsunuz. Ev sahibi olduğunuz için bu yapılana, protokol kurallarına da uymamanın ötesinde, en hafif tabiriyle “kabalık ve nezaketsizlik” denir. Üstelik, Gül, aşırı nezaket göstermiş, eşini getirmeyerek, “Aman gerginlik doğmasın” çabası içine girmiş. Pekâla, Türkiye’nin bir numaralı ismi, “Madem ki eşim istenmiyor, ben de gitmem” diyebilirdi. Ama devletin sorumluluğunu taşıdığı için, iplerin gerilmesini arzu etmedi.
Askerlerin de böyle bir sorumluluğu yok mu? “Madem bizim istemediğimiz kişi seçildi, biz de onu tanımıyoruz” diyebilirler mi?
Geçmişteki fiili durumların yarattığı bir iktidar, ellerinden kayıp gidiyor diye öfkelenmelerini, geçici bir ruh haliyse, müsamaha ile karşılayabiliriz. Ama bu tavırlar, lütfen kalıcı olmasın.
Resme baktıkça utanıyorum. Cumhurbaşkanı ayakta, komutanlar oturuyor. İşin nezaketsizlik boyutunu bir kenara bıraksak bile, öylesine çocuksu bir davranış ki, kendimi ilkokul müsameresinde sandım.
Sabah, 31 Ağustos 2007
|