Amerika’nın en büyük Yahudi lobi kuruluşu olan Anti-Defamation League’in (ADL) 1915-18 arasında yaşanan Ermeni tehcirini ‘soykırım’ olarak nitelemesi sonrası Türkiye’nin takınmaya başladığı tavır bence yeterince iyi düşünülüp planlanmamış, dolayısıyla Türkiye’yi hataya sevk eden bir tavır. ADL ile İsrail hükümeti veya devleti arasındaki ilişki ne olursa olsun, bu kuruluş son tahlilde bir ‘sivil toplum kuruluşu’dur. Bizim ADL üzerinde baskı kurmak için İsrail’in Cumhurbaşkanını ve Başbakanını aramamız, üstelik de aradığımızı dünya âleme ilan etmemiz en azından ‘tuhaf’ oldu.
Yanlış anlaşılmasın, ben böyle girişimler hiç yapılmamalıydı demiyorum ama bunlar dünya âleme ilan edilmeden, gizlice, kapalı kapıların ardında yapılabilirdi, hatta öyle yapılmalıydı diyorum.
Türk basını da konuyu yeterince bilmediğinden veya konunun hassasiyetlerine yeterince hâkim olmadığından, ADL internet sitesine önceki akşam konan yeni açıklamayı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’i telefonla araması sonrası ADL’nin ‘yumuşaması’ olarak yorumlamış. Oysa durum tam tersine: ADL, soykırımı tanımanın yanı sıra, Türkiye ile Ermenistan ilişkilerinin düzelmesi için de lobiciliğe soyunmuş gibi gözüküyor.
Bu konudaki bilgi ve strateji eksikliğinin şahikası ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dün ayak üstü söylediği sözler. Erdoğan’a kim nasıl bir bilgi verdiyse artık, Başbakan ADL’nin kendisine mektup yazarak ‘özür dilediğini’ ve ‘tutumunu değiştirdiğini’ söyleyivermiş. Bunların hiçbiri doğru değil. Ne ADL tutumunu değiştirdi ne de aslında ‘özür’ dilendi. Başbakan’ın kendisine bu konuda bilgi verenleri sorgulaması gerek; çünkü gerçek durum, Başbakan’ın sözlerine yansıyanın tam aksi. Hatta ADL Kongre gündemindeki tasarıyı desteklemeyi bile tartışacak önümüzdeki dönemde.
Radikal, 25.8.2007
|