Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçiminden İran Devrim Muhafızları’nı terörist ilan etmeye kadar her olayda, sınırlarının bu kadar dışında bile varlığını hissettiren Amerikan gücünün sonunun olabileceğini nedense zihnimizin bir köşesinde yer ayırmıyoruz.
Gerek felaket senaryoları üretmeye yatkın tiplerin, gerekse Amerikan muhalefeti adına gücünü mutlaklaştırmayanların ortak noktaları en azından tarih bilgisi ve bilinci ışığında devlerin de zaaf noktaları, güçlerinin sonlu, en azından sınırlı olduğunu kavramaktan uzak görünmeleri...
Amerikan sistemine gönül verenlerin onu Üçüncü Roma yahut ‘pax Americana’ olarak adlandırmaktan büyük haz duydukları kesin. Bu tanımlama çabasında kendini Roma’nın devamı olarak algılayan tarihsel bir süreklilik vurgusu ve “Roma barışı”na yapılan gönderme söz konusu. Ancak Amerika’nın kendini Roma gibi bir imparatorluk olarak takdim etmesi sadece geçmişe duyulan romantik bir özlemden ibaret değil. Amerika’nın bir zamanlar emperyalizm kavramsallaştırması etrafında oluşturulan “medeniyet yayma” gibi evrensel misyon iddiasının çok gerilerde kalmasının yanısıra kapitalizmin küresel boyut kazanmasıyla muhatap olduğu, hesaplaşmak zorunda kaldığı eleştiri oklarından kaçınma isteği de yatmaktadır.
Amerika’yı Roma İmparatorluğu’na benzetenlerin imparatorluk düşüncesinin olumlu çağrışımından istifade ile dünya genelinde yürütülen askeri ve ekonomik operasyonlara meşruiyet kazandırmayı hedeflediklerini belirtmeye gerek yok. Tıpkı merkezin uzaklarında lejyonerler barındıran, askeri garnizonlar bulundurarak güvenliğini sağlayan Roma (pax Romana) gibi Amerika da küresel operasyonlarını bir güvenlik sorunu olarak sunmakta ve bunu için de imparatorluk söylemi hayli kullanışlı gelmektedir.
Kapitalizm ve emperyalizm eleştirisini bir şekilde savuşturma amacını da güden “imparatorluk” söyleminin çağrıştırdığı “pax Americana” yakıştırmasının yaslandığı pax Romana arasında yapısal benzerlikler bulunmakla beraber geldiği noktada bu imparatorluk söyleminin kullanıma sürülmesinin tesadüfi olmadığı gibi, hiç de barışı çağrıştırmamakta olduğunu en azından çevremizde olanlardan anlayabiliyoruz. Toynbee’nin de belirttiği gibi en azından başlangıçta, Roma’da lejyonerler ve geniş coğrafyaya dağılan askeri garnizonlar o bölgenin anlaşma çerçevesinde güvenlik şemsiyesi içine alınması anlamına geliyordu. Böylece imparatorluk gücünü sınırlarının ötesine taşıyarak Roma barışı diye bilinen sistemi gerçekleştirdi. Amerika’nın dünyanın değişik yerlerindeki operasyon adı altında yürüttüğü işgal ve saldırıların bir tür Roma misyonunu üstlenmesi gibi tarihi amaca hizmet ettiği fikrinin batılı bilinçaltında işlenmek gibi bir hedefi olduğu muhakkak.
Amerika’nın imparatorluğa dönüşmesi ‘pax Romana’dan farklı anlamlara geldiği kadar benzeşmelere de işaret ediyor. Nitekim bu meyanda Amerikan “Sayıştay Başkanı”nın Financial Times’a verdiği beyanata, Amerikan sisteminin karakteri, geleceği ve zaafları açısından bir uyarı niteliğinde olduğu için gündemin dışına çıkma pahasına değinmek zorundayım. Amerika’ya Roma’nın akıbetini hatırlatma ihtiyacı duyan Sayıştay Başkanı David Walker adeta kaçınılmaz bir sondan bahsediyor ve bunu ilginç gerekçelere dayandırıyor. Ülkesinin şu anki durumu ile Roma’nın sonunu getiren sebepler arasında benzerlikler kurarak bunları şu şekilde sıralıyor: Ahlaki değerlerde aşınma, siyasi nezaketin azalması, ülke dışında askeri operasyonların aşırı genişlemesi, merkezi hükümetin sorumsuz mali politikaları...
Amerikan’ın mali sisteminin denetiminden sorumlu bir yetkilinin tarihi tecrübeyi göz önüne alarak yaptığı bu uyarının bizim için, ‘Amerika dışı dünya’ için anlamı üstünde durmakta yarar var. Daha önce Amerikan sistemini yani pax Americana’yı açımlarken iki unsura dikkat çekmiştim: pax (tax+pox) Americana. Burada Pox, salgın hastalık frengi demektir. Amerikan sisteminin ahlaki çöküntüsü ve salgın biçimde tüm dünyaya yaymak istediği kapitalist (ilişkiler-ahlak) hastalığıdır. Tax, vergi anlamına gelir ki bugünkü Amerikan yayılmacılığını karakterize eder. Her imparatorluk paylaşımdan çok haraç toplama esasına dayanır. Amerika da imparatorluğa özendikçe hele düşüşe geçen imparatorluk olarak daha çok haraç toplamaya ihtiyaç hissetmektedir. Bu anlamda düşüşe geçen her imparatorluk gibi Amerika’nın da gücünü kaybettikçe daha fazla saldırgan özellikler sergilemesi kaçınılmaz görünüyor.
Bu süreçte küresel kapitalizm ile Amerikan sistemi arasındaki ilişkinin yeni bir boyut kazandığını, kapitalist sistemin ulus devletlerin sırtından beslendiği, güçlendiği dönemin yeni bir aşamaya geldiğini hatırlatmakla yetinelim.
Pox+tax bileşenine yaslanan pax Americana gücünün zirvesinde göründüğü bu dönemde en büyük zaaflarını beraberinde taşıyor. Bu durumu kavramadan felaket tellallığı yapanların da, her şeye muktedir Amerika tablosu çizenlerin de bu gücü mutlaklaştırdıklarının farkına varamayız.
Yeni Şafak, 16.8.2007
|