İktidar çevrelerinde şu herkesin bildiği meşhur hikâye anlatılıyor. Hani köyün ağası at arabasına kurulmuş; uşağı Mehmet de arabanın hızına ayak uydurmaya çalışarak yolda yürüyormuş ya... Hava sıcak mı sıcak... Mehmet bitkin. Ağasının teklifi bu yüzden cazip gelmiş.
-Sen şu atın pisliğini ye, ben de yerimi sana vereyim.
Mehmet kabul etmiş, at pisliğini yemiş ve arabaya kurulmuş.
Bir süre sonra Ağa bitap düşmüş. Bu defa Mehmet’e ikinci bir teklifte bulunmuş.
-At pisliğini ben de yiyeyim ama gene yerime geçeyim
Ağanın dediği gibi olmuş... herkes yerli yerinde: ilk baştaki gibi Mehmet yürüyor, Ağa arabada... yola devam ediyorlar.
Ağa, durmuş durmuş birden patlayıvermiş: “Ben gene arabadayım, Mehmet de yürüyor. Değişen bir şey yok. Peki biz bu pisliği niçin yedik..” Sadece iktidar çevrelerinde değil, askeri cenahta da aynı fıkra revaçta imiş. Kulağı delik bir profesör arkadaşım duymuş ve bana nakletti.. Oralarda bu fıkra “Abdullah Gül cumhurbaşkanı olacaksa, 27 Nisan’da muhtıra neden verildi?” sorusuna eşlik etmek için anlatılıyormuş.
Çankaya konusunda karşı karşıya gelen iki grubun aynı hikâyeye dayanması ne tesadüf... Ama iktidar, “Abdullah Gül’den vaz geçilecek idiyse neden erken seçime gidildi, niçin 27 Nisan bildirisine gereken cevap verilerek halkın hakemliğine başvuruldu” diye bir soru ortaya atarken, diğer cenah, Ağa ile uşak hikâyesinden, “Madem 27 Nisan bildirisi yayınlandı, gereği yapılmalı... lafımız çiğnenmemeli” neticesini çıkarıyormuş
Halbuki 27 Nisan bildirisinin bir çok sonucu oldu: Artık cumhurbaşkanını, süresinin sonuna yaklaşmış, neredeyse seçmenlerin %50’sinin temsil edilmediği bir Parlamento seçmeyecek. Üstelik Anayasa Mahkemesi’nin uzlaşma için şart koştuğu 367 milletvekilinin Genel Kurul’da hazır bulunması da sağlandı.
Bütün bunların ötesinde, 22 Temmuz öncesindeki durum ile sonrasında ortaya çıkan tablo çok farklı. AK Parti, vatandaş nezdinde güven tazeledi; Anayasa ve hatta Anayasa Mahkemesi’nin “icad ettiği” kurallar çerçevesinde cumhurbaşkanını belirleyecek güce ulaştı.
Bu gelişmeler hiçe sayılacaksa, sonra vatandaş da aynı hikâyeye dayanarak sorar: “Bir hükmü olmayacak idiyse, biz sandık başına neden gittik?”
Sabah, 13.8.2007
|