Mesele sadece Ankara’daki iktidar oyunuyla ilgili değil. Bu vesayet rejimi hayatın her alanında sivil vatandaşların karşısına çıkıyor.
Askeri vesayet rejimi kademe kademe devlet idaresinin ve toplum hayatının hemen her alanına el almış durumda. Hatta görevi olmadığı halde sivil yargının alanına dahi müdahale ediyor.
Son yıllara kadar sivil şahısları, yazarları, gazetecileri, insan hakları aktivistlerini görevleri olmadığı halde bu askeri mahkemeler yargılıyordu.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu konuda Türkiye’yi mahkum eden çeşitli kararlarından sonra bu yetki gasbı durmuş gibi oldu.
Çünkü AİHM, özellikle 9 Kasım 2006 tarihli Düzgören/Türkiye davasıyla ilgili kararında, Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/1’nci maddesini açıkça ihlal ettiğini oy birliği ile kabul etmişti.
Türkiye’yi temsilen heyette bulunan yargıç dahi bu karara katılmıştı.
Karar aslında Türkiye’deki askeri vesayet rejiminin varlığını ortaya koyması açısından örnek bir karar niteliğindeydi. Ayrıca da bu vesayet rejimine indirilen bir hukuk darbesi olarak da önem taşımaktaydı.
Ancak, bu ve benzer mahkumiyet kararlarına rağmen bu askeri vesayet anlayışı devam ediyor. Tıpkı seçim sonuçlarına rağmen cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale etmeye çalışan vesayet anlayışı gibi...
Şemdinli davasının temyiz aşamasında davanın askeri yargıya intikal ettirilmesi için gösterilen çabayı yakından biliyoruz.
Son olarak Pülümür’deki jandarma karakolu baskınıyla ilgili olay vesilesiyle sivil şahısların Elazığ 8’inci Kolordu Askeri Savcısı tarafından sorgulandığını ve bunlardan üçünün askeri mahkeme tarafından tutuklandığı haberlerini okudum.
Haberler, bu askeri vesayet rejiminin hayatın her alanında etkin bir şekilde hükmünü icra etmeye devam ettiğini gösteriyor.
Sanki ülkede ya da o bölgede sıkıyönetim rejimi varmışcasına askeri savcı ve askeri mahkeme faaliyet sürdürüyor.
Bia’nın olayla ilgili değerlendirmesi şöyle:
“PKK eylemleri veya başka bir silahlı organizasyonun saldırıları askeri personele zarar verse bile askeri mahkemelerin herhangi bir yetki ve görevi bulunmuyor. Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) 250. madde ve Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) ilgili hükümleri, devletin varlığı ve birliğini bozmaya elverişli eylemlerin Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nde yargılanacağını açıkça ortaya koyuyor.”
“Bu durumda Pülümür köylüleri hakkında soruşturma yürütme yetkisinin de Elazığ Askeri Savcısı’nda değil, Erzurum Savcılığı ve Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde olması gerekiyor.”
Alın size yeni bir potansiyel AİHM davası daha. Türkiye aleyhine potansiyel bir mahkumiyet kararı daha.
Askeri vesayet rejimi görüldüğü gibi her alanda Türkiye’nin başını belaya sokuyor.
Bu nedenle her alanda sorun çıkıyor.
Ankara’da cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde çıkıyor, Anadolu’da vatandaşların hak ve özgürlüklerine ilişkin çıkıyor.
Bu vesayet anlayışı Ankara’da milli iradenin özgürce tecelli etmesini engellemeye çalışıyor, Anadolu’da ise adaletin sağlanmasını, hak ve özgürlüklerin kullanılmasını…
Dolayısıyla Türkiye’ye bir deli gömleği gibi zorla giydirilmiş bu vesayet rejiminin hayatımızın her alanından çıkarılması gerekli.
Yeni Şafak, 13.8.2007
|