Aziz Nesin’in oğlu Prof. Dr. Ali Nesin’in meşhur ‘matematik köyü’nün başına gelenleri herhalde biliyorsunuz. Profesör Nesin babasını vasiyetine uyarak, kendi inisiyatifiyle -yani kimseden ‘izin’ almadan- ‘Aziz Nesin Vakfı’na ait bir arazi üzerinde bir bina yaptırıp, matematiğe ilgi duyan öğrencilerle matematik hocalarını bir araya getirmek istemiş.
Ama bizim devletimizde öyle ‘başıbozukluğa’ müsamaha edecek göz var mı?... Yetkili savcılık hemen harekete geçip ‘matematik köyü’nün kapısına mühür vuruyor ve girişimcileri hakkında da ‘kaçak eğitim kurumu’ açmaktan soruşturma başlatıyor. Anlayacağınız, aklı başında hocalarla yetişkin gençlerin başını çektiği, hiçbir parasal yönü de olmayan matematik odaklı bu eğlendirici girişim aslında ‘yasadışı’ bir eğitim girişimiymiş!
Doğrusu, bu iş hepten tuhaf. Bir kere, başlatıcılarının tanımladığı şekliyle ‘matematik köyü’ girişimini bir ‘eğitim kurumu’ olarak tanımlamaya imkan yok. Çünkü, ne burada yapılmak istenen şey ‘eğitim’dir, ne de ortada bir ‘kurum’ vardır. Buna eğitim denemez; çünkü, eğitim eğiticilerin muayyen bir müfredat çerçevesinde eğitilenlerde belli davranış kalıplarını geliştirmek üzere yaptıkları bir faaliyettir. Oysa burada ne eğiten var ne eğitilen, sadece matematikten haz alan insanların bir musahabesi, sohbeti, oyunu var.
Buna kurum da denemez. Çünkü, bir şeye ‘kurum’ diyebilmek için, ortada açıkça tanımlanmış işlevleri, formel usul ve mekanizmaları, düzenli olarak tekrarlanan formatlı etkinlik tipleri, kolayca değişmeyen yerleşik ilişki tipleri ve ağı... bulunmak gerekir. Öyleyse, böylesine serbest, tanımsız ve enformel bir beraberlik tarzına nasıl ‘kurum’ denir ki?
Bir diğer tuhaflık, yurttaş inisiyatiflerinin devletin iznine tabi olması ve ‘izinsiz’ yapılmaları halinde bu türden faaliyetlerin suç sayılması. Tuhaflık, ‘matematik köyü’ projesi aslında bir ‘eğitim kurumu’ olsa bile değişmiyor. Özgür bir toplumda yurttaşların birbirlerini eğitme amaçlı etkinliklerine karışma hakkını devlet nereden alıyor?... Hadi ‘kamusal’ olana devlet bizi karıştırmıyor, peki ama toplum hayatında ‘özel’ ve ‘sivil’ diye bir şey de yok mudur?
Bugün ‘matematik köyü’nün hikayesini ironik bir dille haberleştiren Radikal bile bu meseleleri çokça ve hararetle tartıştığımız ‘28 Şubat’ günlerinde, sırf söz konusu olan ‘Kur’an kursları’ olduğu için, ‘özel’ ve ‘sivil’ olan karşısında devletten yana tutum almamış mıydı?...
Şuna bakın! Devlet ‘onları eğiteceğim’ diye daha altı yaşında çocuklarımıza el koyuyor. Onlara ne öğreteceğini de onları nasıl ‘eğiteceği’ni de bize sormuyor ve tek taraflı bir ‘devşirme’ süreci başlatıyor. Sonunda çocuklarımızın zihni melekelerini neredeyse dumura uğratan, onları adeta sadece şartlı reflekslere cevap veren, roborvari yaratıklara çeviren bu zorunlu ‘çocuk askerliği’nden asıl karlı çıkan devletin kendisi olduğu halde, çoğumuz ‘bedava eğitim’ rüşvetini reddedemediğimiz, kendi sorumluluğumuzdan kaçtığımız ve en nihayetinde aşırı uysal olduğumuz için bu skandal karşısında sessiz kalıyoruz.
Ondan sonra da, ‘böyle rezalet olur mu?’ diyoruz. Ama siz bu ‘kamu eğitimi’ denen modern esarete sessiz kalırsanız, devlet de özel alanlarınızda bile egemenliğini işte böyle ilan ediverir. Bakınız, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir yetkilisi ne buyurmuş: ‘Normal şartlarda evde yapılan eğitimde bile Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetim ve gözetimi gerekir.’
Eh ama bu uysallığınızla siz de bunu hak ediyorsunuz.
Ama eğer bir de devlete şöyle diyebilseydiniz: Sen bizim kendi özel alanımızda bile yapıp ettiklerimize ‘izinsiz’, ‘yasadışı’ vs. diyorsun; ama asıl ‘izinsiz’ ve ‘yasadışı’ olan sen olmayasın? Sen ‘devlet ‘olma iznini kimden aldın peki?...
Star, 13.8.2007
|