Meclis, başkanını seçti ve yeni başkan cumhurbaşkanı seçim sürecini başlattı.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nden bir adayın en geç üçüncü turda seçileceği söylenebilir, yani 28 Ağustos’ta 11. cumhurbaşkanı göreve başlayacak.
Tabii takvim bu kadar sıkışınca ve AKP de acele edince, daha seçim süreci başlamadan bir cumhurbaşkanı tartışması aldı başını gidiyor. Bu da doğal, sonuçta anayasal en yüksek makama birini seçeceğiz, onun tartışılmasını olağan karşılamak gerekir.
Şu an ortada yürüyen tartışmanın tek bir odağı var: Abdullah Gül’ün olası adaylığı.
Şöyle denebilir: Geçen yıl Tayyip Erdoğan’ın olası adaylığı ne şekilde ve neredeyse hangi kelimelerle tartışıldıysa bugün de Gül’ün adaylığı öyle tartışılıyor.
Yalnız bu sefer tuhaf bir durum var. Başbakan ve AKP lideri Tayyip Erdoğan, daha önce ‘Adayımız Abdullah Gül kardeşimizdir’ diyerek ilan ettiği Gül’ün adaylığını desteklemeye devam edip etmediği konusunda renk vermiyor.
O renk vermediği gibi, kamuoyuna ‘Başbakan’ın yakın çevresi’ denilerek, aslında Erdoğan’ın Gül’ün adaylıktan çekilmesini istediği izlenimi yayılıyor. Nitekim, bizzat Başbakan Erdoğan’ın kendisi, seçim gezileri sırasında ben de dahil kimi gazetecilere, seçim sonrası cumhurbaşkanlığı seçimi sorulduğunda ‘Abdullah beyin iradesi önemli’ diyerek, en azından Gül adaylıktan vazgeçerse ona ısrar etmeyeceğini söylemişti. Bugünkü ‘yakın çevre’ sızdırmalarını bu çerçevede okumak gerekir.
Tabii böyle okuyunca da, dün en netini Hürriyet’te Ahmet Hakan’ın yazdığı gibi, karşımıza birdenbire muhteris, cumhurbaşkanı olmak için yanıp tutuşan, koltuk sevdasını her şeyin önüne koymuş bir Abdullah Gül portresi çıkmaya başlıyor.
(...) Başbakan Erdoğan’ın, siyasetteki bu yakın yol arkadaşına reva görülen bu muameleyi durdurmak için hiçbir şey yapmaması pek yakışmıyor.
Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı konusundaki tercihini acilen açıklayıp Abdullah Gül’ü töhmet altında kalmaktan kurtarması gerek bence.
Cumhurbaşkanı seçiminde ikinci önemli nokta, artık açık açık yazılmakta olan ve gariptir ‘Başbakan’ın yakın çevresi’ne dayanan haber ve yorumlara da kaynaklık eden şantaja varan tehditlerle ilgili.
Deniyor ki, Gül adaylıkta ısrar eder ve cumhurbaşkanı olursa ülkede gerginlik olur. Gerginlikten kasıt askerin 27 Nisan bildirisinde ima edilen darbe olasılığı. Hadi darbe olmasa bile askerle Çankaya arasında boykot tarzı gerginlikler olmasının yeni iktidarın önümüzdeki dört veya beş yıl için yapmayı düşündüğü icraatın etkinliğini engelleyebileceği, istikrarın bozulabileceği, ekonominin bundan kötü etkilenebileceği vs. söyleniyor. Hatta Erdoğan’ın Gül’ü cumhurbaşkanı yapmamayı İstanbul Dolmabahçe’de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile yaptığı uzun görüşmede söz verdiğini iddia edenler bile oldu.
Daha seçimden yeni çıkmış, üstelik de seçimde tartışmasız bir başarı sağlamış bir iktidara karşı, sırf eşinin başı örtülü birini cumhurbaşkanı seçtiler diye darbe yapılabileceğine ben inanmıyorum. Ama bu olasılığı ciddi bir olasılık gibi değerlendiriyor olmamız bile Türkiye’de durumun ne kadar vahim olduğunu göstermiyor mu sizce?
‘Gerginlik’ten kasıt askerle çıkabilecek gerginlikse iki şeyi hatırlatmama izin verin:
1. Askerle pazarlık olmaz. Siz pazarlıkta bir adım geri giderseniz onlar size doğru bir adım daha yaklaşır. Siyasetin mantığı, herhangi bir pazarlıkta iki tarafın da kazanmasına, yani toplamı sıfırdan büyük
olan oyunlara göredir (bazen herkesin kaybettiği de olur, o başka). Askerin mantığı ise bir tarafın yendiği, öteki tarafın yenildiği, yani toplamı sıfır olan oyunlara göredir.
2. Abdullah Gül değil de, diyelim AKP’nin ‘solcu’ vekillerinden eski CHP’li Ertuğrul Günay veya kadın milletvekillerinden biri cumhurbaşkanı oldu. Acaba onun cumhurbaşkanlığı döneminde Köşk’te verilecek davetlere yine başta Başbakan Erdoğan ve bakanlar olmak üzere AKP’li erkekler tek başlarına, eşsiz mi davet edilecektir? Hiç sanmıyorum. Türbanlı eşler davet edildiğinde gerginlik olmayacak mıdır?
Gelelim üçüncü ve son noktaya... Köksal Toptan’ın dün 450 oyla, yani ‘oydaşma’ ile Meclis Başkanı seçilmesinden hareketle, ‘Neden cumhurbaşkanı da böyle seçilmesin’ lafları aldı yürüdü.
Bence 450 de az, TBMM’nin oy verebilecek fiili tam sayısı olan 548 oyla seçilmeli cumhurbaşkanı!
Bunu diyenler, ‘uzlaşma’dan söz edenler, çoksesli toplumun doğasını görmezden gelmek isteyenler aslında.
Beşar Esad Suriye’de yüzde 99 oyla seçiliyor, çünkü orada çoksesli toplum silah zoruyla bastırılıyor.
Çoksesli toplumlarda esas olan oy sayısı değil, hukuki açıdan yeterli oyu alıp seçilen kişinin seçildiğini ve meşruiyetini kabul etmektir.
Çocukluğumuzdan beri hepimizin kafasına kakılan ‘Birlik olalım’ endoktrinasyonunun bir sonucu bu. Hayır, birlik olmayalım, fikirlerimizle birbirimizden ayrılalım ama bir arada barış içinde ve mutlu yaşayalım.
‘Kıvançta ve tasada bir olmak’ her konuda aynı düşünmek değildir!
Radikal, 10 Ağustos 2007
|