Ehlen ve Sehlen Ey Nur
Adı sıla mıydı bu özlemin ya da gurbet,
Yoksa son bulan bekleyişin sevinci mi,
Güneş girmeyen odama, artık ışık süzülen pencere mi,
Asırlardır çorak olan çöllerin yağmurla vuslatı mı,
Serap gören bedevînin gerçeği görmesi mi?
Bu ne güzel bir haz Allah’ım…
Bunca ayrılıktan sonra şaşırdım,
Adını koyamadım,
Evvelinde karanlığa aşikârdı gözlerim.
Bu nurdan ışığı; bir an serap sandım,
Şaşkınlığın ifadesidir bu bakışım.
Çok kez serap görmüştüm,
Onu ilk gördüğümde,
Gelmedi inanasım.
Affet Allah’ım…
Meğer lütfunmuş bu gerçek nur.
Hissedince anladım.
Kafesteymişim bülbül gibi,
Dergâhından miftah namında nur çıkageldi,
Daralan ruhum fütuhata erdi.
Gülistan bir kalbe oldu giriftar,
Bülbül oldu ruhum, gonca gül derdi.
Ezelden beri gül imiş bülbülün derdi,
Bülbülce seven kalbime,
Bu nur, bu lütuf,
Hissiyatıma solmayan gül gibi geldi.
Kâllerime hayırlı bir cümle girdi,
Fikirlerim atlas libas giydi,
Zulümat Nur’a döndü.
Gözlerden ziyade,
Bu nurdan ışığı ruhum çok sevdi.
Karanlığa hançer saplayan ey Nur…
Hazzını yaşamak daha başka onur…
|
Ali KARABİBER
11.08.2007
|
|
Son sefer
Alnında birikir, boncuk boncuk ter
Sekârat vakti ki, başlar son sefer
İki çeşminden de, dökülse seller
Fayda vermez zira, başlar son sefer.
Her çehrenin solgun bir anı vardır.
Bilmem kime hazan, kime bahardır.
Düşenin hüsrana, yüzü karadır.
Sekârat vakti ki, başlar son sefer.
Gizli bir sır olur, yırtar gökleri,
Bitmiştir imtihan, açar perdeyi,
Anlar insan, artık dönüş yok geri,
Sekârat vakti ki, başlar son sefer.
|
Şevki ÇİFTÇİ
11.08.2007
|
|
HATUN İLE EFENDİ (3)
Yaşlı amca son bardağını doldurması için hanımına uzattı. Ve onun nur yüzüne seyre daldı. Yeni evli olduğu günleri hatırladı. Yine bu bahçedeydiler. Genç gelin eşine çay uzatırken mahcup edayla başını yere eğerek veriyordu. Efendi: “Hanım artık benden utanma bak kaç gündür yanımdasın bu halin ne” demesine rağmen; yine genç gelin utanarak çayı uzatıyordu. Ancak uzun yıllar geçtikten sonra bu utanma duygusu az da olsa kalktı. Yüzüne bakarken o güzel gözlerini seyretmek ne kadar hoşuna giderdi. Sanki dalıp giderdi o gözlerin ummanına. Şimdi gözleri hâlâ güzeldi, gençliğindeki gibi olmasa da. Ama önemsediği yoktu; biliyordu ki ebedî hayatta o güzelliği tekrar gelecekti. Bu nasıl bir teselliydi. Hanımı yaşlanmış olsa bile daha güzel bir surette ona tekrar verilecekti. Ve onunla yine beraber olabilecekti. Hamd etti içinden. Yoksa hanımının yaşlanmasına, o güzelliğinin gitmesine dayanamazdı. Ebedî hayattaki beraberliklerini düşününce mutlu oluyor ve teselli adına gönül evine binlerce ohlar gönderiyordu. Evet, gençken yaşlanmayı hiç düşünmezken şimdi yaşlanmışlardı. Ebedî hayatta iman olmasaydı; bu yaşlılığa dayanabilirler miydi? Hanımın kendisine Allah’ın bir emaneti olduğunu bilmeseydi; emaneti lâyıkıyla korumayabilirdi. Demek ki evliliği de gerçek anlamda hususî cennet yapan imandı. Allah rızası için birbirlerini sevmeleriydi. Aslında ikisinin ismi de Efendi ve Hatun değildi. Yaşlı amca yeni evlendikleri zaman hanımına Hatun demeye başlayınca o gündür bu gündür Hatun diye çağırmaya başlamıştı. Aynı şekilde yaşlı ninede beyine Efendi diye seslenmeye başlamış. İlk zamanlarda bu hitaplar o kadar çok söylenmeye başlamış ki gerçek isimlerini söylemeyi dahi unutmaya başlamışlar. Şimdi de söylenmiyor. Herkes artık bu isimlere alışmış. Yalnız Hatun eşine Efendi der; Efendi hanımına Hatun der. Bir başkası onlara bu isimlerle hitap edemezler; çünkü sadece kendilerine hastır. Bu özellikten dolayı farklı bir mânâya bürünüyor bu evlilikleri. Özel bir duyguyu sadece kendileri yaşamaları; ikinci ve üçüncü şahıslara bu sevgiden yer olmadığını bariz bir şekilde göstermekte. Diğerleri sadece: evlât, gelin, torun ve ahbap olabilirler. İkisi arasında yaşanan bu nadide güzellik mahremiyeti de ortaya koymaktadır. Gerçi bu sevdaları köyün dilinde olmasına rağmen; konuştukları ve paylaştıkları sadece kendilerinde. Özeldir ve kimsenin bilmeye hakkı yoktu. Zaten evlilik dediğin böyle olması gerekmez mi? Eşler arasında konuşulanların dışarıya yansıması evliliğin güzelliğine bir gölge olmaz mı? Konuşmadan da olsa sadakat gösterilmeli. İki kişi arasında paylaşılanlar payimal edilmemelidir. Bu iki yaşlı çiftte bunun farkında olarak bu yıllara kadar gelmişler.
İkindi vakti bitmiş; gündüz kendini akşamın bağrına bırakmıştı. Nerdeyse akşam ezanı okunacaktı. Yaşlı çift bu güzel sohbetten sonra biraz hüzünlenmişlerdi. Konuşma kayıp oğullarına kadar gelmişti. Özlem bir yana acıları bir yana. Bu evliliğin tek acısıydı bu. Derdin ve hasretin kapısını en büyük oğulların gidişiyle öğrenmişlerdi. Yoksa bu evlilikleri, sıkıntının ne olduğuna asla şahit olmazdı. Artık bu hüznü dağıtmanın sırası deyip Efendi yerinden doğruldu.
-Hatun hadi kalkalım. Akşam ezanı okunmak üzere. Hazırlık yapalım.
-Tamam Efendi.
İki yaşlı çift yerlerinden kalktılar. Gençlere de hep söylemişler. Kimi uygulamış, kimi de uygulamamıştır.
(Devam edecek)
|
Fadime KAYA
11.08.2007
|
|
Mutabakat zaptı iş görecek mi?
Irak ile olması gereken yapılmış oldu. Seçimle iktidara gelmiş uluslar arası hukuk karşısında meşrû kabul edilen sorumlu bir başbakanla şiddetle ihtiyaç duyulan bir konuda (asayiş konusunda) mutabakat anlaşması imzalandı.
Türkiye, doğru olanı yapıyor. Irak’ın bütünlüğünü koruması gerektiğini savunuyor ve buna göre hareket ediyor. Kuzey Irak, merkezî hükümetin yönetiminde kabul edilerek anlaşmalar bu seviyede yürütülüyor.
Görünüşte bu doğru, ama Irak’ın gerçeği bu değil. Irak’ın gerçeğine baktığımızda karşımıza şu çıkıyor. Bu hükümet daha önce Sünnî milletvekillerinin desteğini kaybetmişti, kısa bir süre önce de Ben-i Sadr taraftarı milletvekillerinin desteğini kaybetti. Kuzey Irak zaten kendi içinde bir devlet gibi işliyor. Orada merkezî hükümetin hiçbir etkisi yok. Tersine kendisi Kuzey Irak’taki “yerel yönetim” ile Şiilerin desteği sayesinde ayakta duruyor. Yani, aslında gücünü iyice kaybetmiş bir Başbakanla bu mutabakat imzalanmış oldu.
O sebeple bu belgenin ne kadar iş göreceğini zaman içinde hep birlikte göreceğiz. Şu anda görünen fazlaca bir yaptırım gücünün olmayacağıdır.
Mâlum ABD, Kürt bölgesinin yönetimini daha önce “yerel güçlere” bırakarak çekilmişti. Artık, Kuzey Irak’ı Peşmergeler kontrol altında tutuyor. Hatta son günlerde bu kontrolü genişletme eğilimi içine girdikleri de gözden kaçmıyor.
Kerkük’teki bir takım tesislerin korunmasını sağlamak işini de üstlenmiş görünüyor. 6 bin peşmerge artık oradan sorumlu. Bu sayı zaman içinde artacaktır. Şehrin emniyetini sağlıyorum bahanesiyle oraya yerleştirilen bu peşmergeler daha sonra yapılacak referandumda da işe yarayacaktır. Terör estirecek, baskı oluşturacak, oyların Kuzey Irak Yönetiminin isteği doğrultusunda kullanılmasını sağlayacaktır.
Irak nereye gidiyor anlamak çok zor. ABD şu anda rekor seviyede (162 bin) asker bulunduruyor. Kuzey Irak’tan da çekildi. Yani, denetlemesi gereken alan azalmış oldu. Irak Yönetiminin oluşturduğu 200 bin civarında askeri de eklersek yeterince güç var gibi görünüyor. Ama, bir türlü asayiş sağlanamıyor. Ülke girdiği bataklıktan bir türlü çıkarılamıyor. Merkezî hükümet otoriteyi arttıracakken kaybediyor.
Böyle bir yönetim için PKK meselesinin hangi seviyede olduğunu söylemeye ve izah etmeye gerek var mı? Kerhen yapılmış bir ziyaret ve istenmeyerek (zahiren yetkili, ama gerçekte yetkisiz) atılmış bir imzadan ne hayır gelir.
Bütün bunlara rağmen başta da dediğimiz gibi doğru olan budur. Merkezî hükümetin Irak’ta desteklenmesi ve otoriteyi sağlaması gerekir. Buna bu konuda destek olmak komşu ülkelere düşen bir görevdir. Maliki’nin bu yöndeki çabaları takdire şayandır. Aslında bu ziyaret daha önce planlanmıştı ama ülke içindeki problemler buna izin vermemişti. Hatta bazı kesimler “Maliki iktidarını kaybedeceğinden korktuğu için gelemedi” diye de yazıp çizmişti.
Irak, bir insanlık dramı yaşıyor. Bu drama sebep olanların cezasını vermek elbette gereklidir. Ancak, mevcut durumun devam etmemesi lâzımdır. Bunun için gerekli olan tedbirler alınmalıdır. Ortadoğuda çıkacak bir yangının nerelere kadar yayılacağını kestirmek mümkün değildir. Böyle bir yangının sınır tanımayacağı ortadadır. O sebeple komşu ülkelerin gayet hassas davranması ve bir an evvel bu ateşe bir su dökmesi lâzımdır. Oradaki hükümetin güçlenmesi demek PKK varlığının da oluşacak güç oranında gerilemesi demektir. Zira, Kürt yöneticilerin bu güne kadar söylemediği bir sözü bu hükümetin liderinin söylemiş olması, “PKK terör örgütüdür” sözünü söyleme cesaretini göstermiş olması, hatta daha da ileri giderek Kürt Yönetimine rağmen bir mutabakat imzalaması durumu açıklığa kavuşturuyor. O sebeple fazla söze gerek yok; kısaca diyoruz ki, bu hükümete destek verilmelidir. Maliki veya bir başkası fark etmez, Başbakanının eli güçlendirilmelidir.
Bu meseleye sadece şimdilik bir şerh koymamız gerekiyor. O da; Maliki’nin yönetirken taraflı davranmamasıdır. Yani, Şiileri ön plana çıkaracak uygulamalardan kaçınmalı herkesi kucaklayıcı bir idare ortaya koymalıdır ki, bu destekler sürebilsin.
|
Nurettin HUYUT
11.08.2007
|